v02.01.25 Geliştirme Notları
A`râf Sûresi
152
Cuz 8
23﴿ (Bunun üzerine) o ikisi (kendi hatâlarını îtirâf etmek üzere): “Ey Rabbimiz! Biz (unutarak da olsa emrine muhâlefet edip, kendimizi cennetten çıkartacak iş yaparak) nefislerimize zulmettik (ve kendimize yazık etmiş olduk). Eğer Sen (hatâlarımızı bağışlayarak) bizim için mağfirette bulunmazsan ve bize acımazsan andolsun ki; muhakkak biz (iki cihanda da en büyük zarar ve) hüsrâna uğrayanlardan oluruz” dediler. Bu âyet-i celîleye istinâd ederek kimse, peygamberlerin de günah işlemiş olduğu gibi yanlış bir hükme varmamalıdır. Zîrâ nebîlerin derecesi ve Allâh-u Te‘âlâ’yı bilme husûsundaki mertebeleri çok yüksek olduğundan çoğu kere onlar, başkalarının mesûl tutulmayacağı, unutma ve yanılma gibi şeyler sebebiyle de İlâhî siteme mâruz kalmışlardır ve böylece onlar nefislerini kırmak için zulüm ve günah gibi cürümleri kendilerine isnâd etmişlerdir. Ama bu, başkaları gibi onların da günahları ve mâsiyetleri olduğu anlamına gelmez. Onların yaptıkları sâdece makamlarının yüceliğine ve mârifetlerinin üstünlüğüne nispetle hatâ sayılabilecek ama hadd-i zâtında ümmet fertlerinden herhangi biri aynı şeyi yaptığında günah sayılmayan birtakım yanılgılar olarak değerlendirilebilir. Ehl-i Sünnet ulemâsının cumhûruna göre; Âdem (Aleyhisselâm)ın cennetten çıkarılmasına sebebiyet veren o yasaklı ağaçtan yemesi, bir unutma nedeniyle gerçekleştiği için, burada büyük değil, küçük bir günah dahî mevzûubahis değildir. Zâten bu husus Tâhâ Sûresi’nin 115. âyet-i kerîmesinde sarâhaten ifâde edilmiştir. (el-Hâzin, el-Âlûsî)
24﴿ (O zaman Allâh-u Te‘âlâ Âdem ile Havvâ (Aleyhimesselâm)a ve melûn İblîs’e hitâben) buyurdu ki: “Bir kısmınız diğer bir kısım için büyük bir düşman olarak (cennetten dünyâya) inin. Ayrıca sizin için yer(yüzün)de bir yerleşim yeri ve (ecellerinizin biteceği) bir zamâna kadar yeterli bir faydalanma vardır.”
25﴿ (Sonra Allâh-u Te‘âlâ) buyurdu ki: “O (yeryüzünün toprağı)nda yaşayacaksınız, yine onda öl(üp gömül)eceksiniz ve (diriltilirken) yine ondan çıkartılacaksınız.”
26﴿ Ey Âdemoğulları! Gerçekten Biz sizin üzerinize, (görünmesi) kötü (sayılan avret) yerlerinizi örtecek bir elbise, ayrıca (kendisiyle süsleneceğiniz) bir ziynet (libâsını temin edeceğiniz ürünleri yetiştiren suyu) indirdik. Ama (îmân, Allâh korkusu, güzel ahlâk ve avret yerlerini örtme gibi) takvâ elbisesi(ne bürünmek); işte sana! Bu (o süslü elbiselerden) çok hayırlıdır. İşte sana! Bu (libasların indirilişi), Allâh’ın (Kendi varlığına ve birliğine delil olarak gönderdiği) âyetlerindendir, tâ ki onlar (nîmetlerini) iyice düşünsünler (de şükrünü îfâ etmek için çirkin işlerden sakınsınlar).
27﴿ Ey Âdemoğulları! Sakın şeytan (cennete girmenize mâni olacak günahlar işleterek) sizi fitneye (ve sıkıntıya) düşürmesin /aldatmasın/ saptırmasın/. Nitekim o (şeytan), ikisine de (görünmesi) kötü (sayılan avret) yerlerini göstersin diye elbiselerini onlardan soy(duracak bir hatâ yaptır)arak ana-babanızı cennetten çıkarmıştı. Şu bir gerçek ki o (şeytan) ve cemâati(ni teşkil eden zürriyeti ve cinlerden müteşekkil orduları) sizin kendilerini göremediğiniz yerden sizi görmektedir(ler). (Bu yüzden onlara karşı çok ihtiyatlı olmanız gerekir.) Muhakkak Biz, o îmân etmeyen kimseler için şeytanları dostlar yapmışızdır (ve aralarında bir uyum yaratıp onları birbirlerine yandaş kılmışızdır).
28﴿ Ayrıca o (şeyta)nlar(ın dostları olan müşrikler, putlara tapmak ve tavafta avret yerlerini açmak gibi) çok çirkin bir iş yaptıkları zaman (özür dileme adına): “Biz babalarımızı bunun üzerinde bulduk (da onlara uyduk), Allâh da bize bunu emretti” derler. (İşte böylece onlar kabahatlerinden daha çirkin bir mâzeret ortaya koyarak körü körüne taklitle övünmekten öte bir de Allâh’a iftirâ ederler. Habîbim!) De ki: “Şüphesiz (güzel işleri emreden ve üstün ahlâka teşvikte bulunan) Allâh (putlara tapmak gibi akl-ı selîmin reddedeceği) çirkin işleri emretmez. Yoksa siz (doğru olup olmadığını) bilmemekte olduğunuz şeyleri mi Allâh’a karşı (uydurup) söylüyorsunuz?!”
29﴿ (Rasûlüm!) De ki: “Rabbim (bana, her akıllı nezdinde güzel sayılan doğruluk ve) adâleti (icrâ etmemi) emretmiştir. Ayrıca her secde (ve namaz) vaktinde /her secde mekânında/ yüzlerinizi (O’nun ibâdetine) doğrultun /(kıbleye) doğru tutun/ da böylece ibâdeti sâdece Kendisine tahsis edici kimseler olarak O’na kulluk edin. (Çünkü sâdece O’nun hesap yurduna toplanacaksınız.) Sizi baştan yarattığı gibi (tekrar diriltince de ancak O’na) döneceksiniz /sizi ilk başta (topraktan) yarattığı gibi (yine toprağa) döneceksiniz/. (İşte o zaman O size amellerinizin karşılığını verecektir. Dolayısıyla ibâdetlerin sâdece O’na tahsîsi gerekir.)
30﴿ O (Allâh-u Te‘âlâ) bir fırkayı (îmâna muvaffak ederek) hidâyet etmiştir. Bir fırkaya ise; onlar üzerine sapıklık (hükmü) hak olmuştur. Çünkü gerçekten onlar (kendi istekleriyle) Allâh’ı bırakıp şeytanları dostlar edinmiş (ve bu yüzden saptırılmayı hak etmiş)tirler. Hâlâ da kendilerinin gerçekten hidâyet bulmuş kimseler olduklarını zannederler.
سُورَةُ الْاَعْرَافِ
الجزء ٨
١٥٢
قَالَا رَبَّنَا ظَلَمْنَٓا اَنْفُسَنَا وَاِنْ لَمْ تَغْفِرْ لَنَا وَتَرْحَمْنَا لَنَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ ﴿٢٣
قَالَ اهْبِطُوا بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّۚ وَلَكُمْ فِي الْاَرْضِ مُسْتَقَرٌّ وَمَتَاعٌ اِلٰى ح۪ينٍ ﴿٢٤
قَالَ ف۪يهَا تَحْيَوْنَ وَف۪يهَا تَمُوتُونَ وَمِنْهَا تُخْرَجُونَ۟ ﴿٢٥
يَا بَن۪ٓي اٰدَمَ قَدْ اَنْزَلْنَا عَلَيْكُمْ لِبَاسًا يُوَار۪ي سَوْاٰتِكُمْ وَر۪يشًا۠ وَلِبَاسُ التَّقْوٰى ذٰلِكَ خَيْرٌۜ ذٰلِكَ مِنْ اٰيَاتِ اللّٰهِ لَعَلَّهُمْ يَذَّكَّرُونَ ﴿٢٦
يَا بَن۪ٓي اٰدَمَ لَا يَفْتِنَنَّكُمُ الشَّيْطَانُ كَمَٓا اَخْرَجَ اَبَوَيْكُمْ مِنَ الْجَنَّةِ يَنْزِعُ عَنْهُمَا لِبَاسَهُمَا لِيُرِيَهُمَا سَوْاٰتِهِمَاۜ اِنَّهُ يَرٰيكُمْ هُوَ وَقَب۪يلُهُ مِنْ حَيْثُ لَا تَرَوْنَهُمْۜ اِنَّا جَعَلْنَا الشَّيَاط۪ينَ اَوْلِيَٓاءَ لِلَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ ﴿٢٧
وَاِذَا فَعَلُوا فَاحِشَةً قَالُوا وَجَدْنَا عَلَيْهَٓا اٰبَٓاءَنَا وَاللّٰهُ اَمَرَنَا بِهَاۜ قُلْ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَأْمُرُ بِالْفَحْشَٓاءِۜ اَتَقُولُونَ عَلَى اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ ﴿٢٨
قُلْ اَمَرَ رَبّ۪ي بِالْقِسْطِ۠ وَاَق۪يمُوا وُجُوهَكُمْ عِنْدَ كُلِّ مَسْجِدٍ وَادْعُوهُ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَۜ كَمَا بَدَاَكُمْ تَعُودُونَۜ ﴿٢٩
فَر۪يقًا هَدٰى وَفَر۪يقًا حَقَّ عَلَيْهِمُ الضَّلَالَةُۜ اِنَّهُمُ اتَّخَذُوا الشَّيَاط۪ينَ اَوْلِيَٓاءَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَيَحْسَبُونَ اَنَّهُمْ مُهْتَدُونَ ﴿٣٠
A`râf Sûresi
152
Cuz 8
قَالَا رَبَّنَا ظَلَمْنَٓا اَنْفُسَنَا وَاِنْ لَمْ تَغْفِرْ لَنَا وَتَرْحَمْنَا لَنَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ ﴿٢٣
23﴿ (Bunun üzerine) o ikisi (kendi hatâlarını îtirâf etmek üzere): “Ey Rabbimiz! Biz (unutarak da olsa emrine muhâlefet edip, kendimizi cennetten çıkartacak iş yaparak) nefislerimize zulmettik (ve kendimize yazık etmiş olduk). Eğer Sen (hatâlarımızı bağışlayarak) bizim için mağfirette bulunmazsan ve bize acımazsan andolsun ki; muhakkak biz (iki cihanda da en büyük zarar ve) hüsrâna uğrayanlardan oluruz” dediler. Bu âyet-i celîleye istinâd ederek kimse, peygamberlerin de günah işlemiş olduğu gibi yanlış bir hükme varmamalıdır. Zîrâ nebîlerin derecesi ve Allâh-u Te‘âlâ’yı bilme husûsundaki mertebeleri çok yüksek olduğundan çoğu kere onlar, başkalarının mesûl tutulmayacağı, unutma ve yanılma gibi şeyler sebebiyle de İlâhî siteme mâruz kalmışlardır ve böylece onlar nefislerini kırmak için zulüm ve günah gibi cürümleri kendilerine isnâd etmişlerdir. Ama bu, başkaları gibi onların da günahları ve mâsiyetleri olduğu anlamına gelmez. Onların yaptıkları sâdece makamlarının yüceliğine ve mârifetlerinin üstünlüğüne nispetle hatâ sayılabilecek ama hadd-i zâtında ümmet fertlerinden herhangi biri aynı şeyi yaptığında günah sayılmayan birtakım yanılgılar olarak değerlendirilebilir. Ehl-i Sünnet ulemâsının cumhûruna göre; Âdem (Aleyhisselâm)ın cennetten çıkarılmasına sebebiyet veren o yasaklı ağaçtan yemesi, bir unutma nedeniyle gerçekleştiği için, burada büyük değil, küçük bir günah dahî mevzûubahis değildir. Zâten bu husus Tâhâ Sûresi’nin 115. âyet-i kerîmesinde sarâhaten ifâde edilmiştir. (el-Hâzin, el-Âlûsî)
قَالَ اهْبِطُوا بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّۚ وَلَكُمْ فِي الْاَرْضِ مُسْتَقَرٌّ وَمَتَاعٌ اِلٰى ح۪ينٍ ﴿٢٤
24﴿ (O zaman Allâh-u Te‘âlâ Âdem ile Havvâ (Aleyhimesselâm)a ve melûn İblîs’e hitâben) buyurdu ki: “Bir kısmınız diğer bir kısım için büyük bir düşman olarak (cennetten dünyâya) inin. Ayrıca sizin için yer(yüzün)de bir yerleşim yeri ve (ecellerinizin biteceği) bir zamâna kadar yeterli bir faydalanma vardır.”
قَالَ ف۪يهَا تَحْيَوْنَ وَف۪يهَا تَمُوتُونَ وَمِنْهَا تُخْرَجُونَ۟ ﴿٢٥
25﴿ (Sonra Allâh-u Te‘âlâ) buyurdu ki: “O (yeryüzünün toprağı)nda yaşayacaksınız, yine onda öl(üp gömül)eceksiniz ve (diriltilirken) yine ondan çıkartılacaksınız.”
يَا بَن۪ٓي اٰدَمَ قَدْ اَنْزَلْنَا عَلَيْكُمْ لِبَاسًا يُوَار۪ي سَوْاٰتِكُمْ وَر۪يشًا۠ وَلِبَاسُ التَّقْوٰى ذٰلِكَ خَيْرٌۜ ذٰلِكَ مِنْ اٰيَاتِ اللّٰهِ لَعَلَّهُمْ يَذَّكَّرُونَ ﴿٢٦
26﴿ Ey Âdemoğulları! Gerçekten Biz sizin üzerinize, (görünmesi) kötü (sayılan avret) yerlerinizi örtecek bir elbise, ayrıca (kendisiyle süsleneceğiniz) bir ziynet (libâsını temin edeceğiniz ürünleri yetiştiren suyu) indirdik. Ama (îmân, Allâh korkusu, güzel ahlâk ve avret yerlerini örtme gibi) takvâ elbisesi(ne bürünmek); işte sana! Bu (o süslü elbiselerden) çok hayırlıdır. İşte sana! Bu (libasların indirilişi), Allâh’ın (Kendi varlığına ve birliğine delil olarak gönderdiği) âyetlerindendir, tâ ki onlar (nîmetlerini) iyice düşünsünler (de şükrünü îfâ etmek için çirkin işlerden sakınsınlar).
يَا بَن۪ٓي اٰدَمَ لَا يَفْتِنَنَّكُمُ الشَّيْطَانُ كَمَٓا اَخْرَجَ اَبَوَيْكُمْ مِنَ الْجَنَّةِ يَنْزِعُ عَنْهُمَا لِبَاسَهُمَا لِيُرِيَهُمَا سَوْاٰتِهِمَاۜ اِنَّهُ يَرٰيكُمْ هُوَ وَقَب۪يلُهُ مِنْ حَيْثُ لَا تَرَوْنَهُمْۜ اِنَّا جَعَلْنَا الشَّيَاط۪ينَ اَوْلِيَٓاءَ لِلَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ ﴿٢٧
27﴿ Ey Âdemoğulları! Sakın şeytan (cennete girmenize mâni olacak günahlar işleterek) sizi fitneye (ve sıkıntıya) düşürmesin /aldatmasın/ saptırmasın/. Nitekim o (şeytan), ikisine de (görünmesi) kötü (sayılan avret) yerlerini göstersin diye elbiselerini onlardan soy(duracak bir hatâ yaptır)arak ana-babanızı cennetten çıkarmıştı. Şu bir gerçek ki o (şeytan) ve cemâati(ni teşkil eden zürriyeti ve cinlerden müteşekkil orduları) sizin kendilerini göremediğiniz yerden sizi görmektedir(ler). (Bu yüzden onlara karşı çok ihtiyatlı olmanız gerekir.) Muhakkak Biz, o îmân etmeyen kimseler için şeytanları dostlar yapmışızdır (ve aralarında bir uyum yaratıp onları birbirlerine yandaş kılmışızdır).
وَاِذَا فَعَلُوا فَاحِشَةً قَالُوا وَجَدْنَا عَلَيْهَٓا اٰبَٓاءَنَا وَاللّٰهُ اَمَرَنَا بِهَاۜ قُلْ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَأْمُرُ بِالْفَحْشَٓاءِۜ اَتَقُولُونَ عَلَى اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ ﴿٢٨
28﴿ Ayrıca o (şeyta)nlar(ın dostları olan müşrikler, putlara tapmak ve tavafta avret yerlerini açmak gibi) çok çirkin bir iş yaptıkları zaman (özür dileme adına): “Biz babalarımızı bunun üzerinde bulduk (da onlara uyduk), Allâh da bize bunu emretti” derler. (İşte böylece onlar kabahatlerinden daha çirkin bir mâzeret ortaya koyarak körü körüne taklitle övünmekten öte bir de Allâh’a iftirâ ederler. Habîbim!) De ki: “Şüphesiz (güzel işleri emreden ve üstün ahlâka teşvikte bulunan) Allâh (putlara tapmak gibi akl-ı selîmin reddedeceği) çirkin işleri emretmez. Yoksa siz (doğru olup olmadığını) bilmemekte olduğunuz şeyleri mi Allâh’a karşı (uydurup) söylüyorsunuz?!”
قُلْ اَمَرَ رَبّ۪ي بِالْقِسْطِ۠ وَاَق۪يمُوا وُجُوهَكُمْ عِنْدَ كُلِّ مَسْجِدٍ وَادْعُوهُ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَۜ كَمَا بَدَاَكُمْ تَعُودُونَۜ ﴿٢٩
29﴿ (Rasûlüm!) De ki: “Rabbim (bana, her akıllı nezdinde güzel sayılan doğruluk ve) adâleti (icrâ etmemi) emretmiştir. Ayrıca her secde (ve namaz) vaktinde /her secde mekânında/ yüzlerinizi (O’nun ibâdetine) doğrultun /(kıbleye) doğru tutun/ da böylece ibâdeti sâdece Kendisine tahsis edici kimseler olarak O’na kulluk edin. (Çünkü sâdece O’nun hesap yurduna toplanacaksınız.) Sizi baştan yarattığı gibi (tekrar diriltince de ancak O’na) döneceksiniz /sizi ilk başta (topraktan) yarattığı gibi (yine toprağa) döneceksiniz/. (İşte o zaman O size amellerinizin karşılığını verecektir. Dolayısıyla ibâdetlerin sâdece O’na tahsîsi gerekir.)
فَر۪يقًا هَدٰى وَفَر۪يقًا حَقَّ عَلَيْهِمُ الضَّلَالَةُۜ اِنَّهُمُ اتَّخَذُوا الشَّيَاط۪ينَ اَوْلِيَٓاءَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَيَحْسَبُونَ اَنَّهُمْ مُهْتَدُونَ ﴿٣٠
30﴿ O (Allâh-u Te‘âlâ) bir fırkayı (îmâna muvaffak ederek) hidâyet etmiştir. Bir fırkaya ise; onlar üzerine sapıklık (hükmü) hak olmuştur. Çünkü gerçekten onlar (kendi istekleriyle) Allâh’ı bırakıp şeytanları dostlar edinmiş (ve bu yüzden saptırılmayı hak etmiş)tirler. Hâlâ da kendilerinin gerçekten hidâyet bulmuş kimseler olduklarını zannederler.