HATA BİLDİRİMLERİNİZ İÇİN TIKLAYIN
سُورَةُالْاَعْرَافِ  ١٦٦ 
الجزء ٩

وَجَاوَزْنَا بِبَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ الْبَحْرَ فَاَتَوْا عَلٰى قَوْمٍ يَعْكُفُونَ عَلٰٓى اَصْنَامٍ لَهُمْۚ قَالُوا يَا مُوسَى اجْعَلْ لَنَٓا اِلٰهًا كَمَا لَهُمْ اٰلِهَةٌۜ قَالَ اِنَّكُمْ قَوْمٌ تَجْهَلُونَ ﴿ ١٣٨ ﴾ اِنَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ مُتَبَّرٌ مَا هُمْ ف۪يهِ وَبَاطِلٌ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿ ١٣٩ ﴾ قَالَ اَغَيْرَ اللّٰهِ اَبْغ۪يكُمْ اِلٰهًا وَهُوَ فَضَّلَكُمْ عَلَى الْعَالَم۪ينَ ﴿ ١٤٠ ﴾ وَاِذْ اَنْجَيْنَاكُمْ مِنْ اٰلِ فِرْعَوْنَ يَسُومُونَكُمْ سُٓوءَ الْعَذَابِۚ يُقَتِّلُونَ اَبْنَٓاءَكُمْ وَيَسْتَحْيُونَ نِسَٓاءَكُمْۜ وَف۪ي ذٰلِكُمْ بَلَٓاءٌ مِنْ رَبِّكُمْ عَظ۪يمٌ۟ ﴿ ١٤١ ﴾ وَوٰعَدْنَا مُوسٰى ثَلٰث۪ينَ لَيْلَةً وَاَتْمَمْنَاهَا بِعَشْرٍ فَتَمَّ م۪يقَاتُ رَبِّه۪ٓ اَرْبَع۪ينَ لَيْلَةًۚ وَقَالَ مُوسٰى لِاَخ۪يهِ هٰرُونَ اخْلُفْن۪ي ف۪ي قَوْم۪ي وَاَصْلِحْ وَلَا تَتَّبِعْ سَب۪يلَ الْمُفْسِد۪ينَ ﴿ ١٤٢ ﴾ وَلَمَّا جَٓاءَ مُوسٰى لِم۪يقَاتِنَا وَكَلَّمَهُ رَبُّهُۙ قَالَ رَبِّ اَرِن۪ٓي اَنْظُرْ اِلَيْكَۜ قَالَ لَنْ تَرٰين۪ي وَلٰكِنِ انْظُرْ اِلَى الْجَبَلِ فَاِنِ اسْتَقَرَّ مَكَانَهُ فَسَوْفَ تَرٰين۪يۚ فَلَمَّا تَجَلّٰى رَبُّهُ لِلْجَبَلِ جَعَلَهُ دَكًّا وَخَرَّ مُوسٰى صَعِقًاۚ فَلَمَّٓا اَفَاقَ قَالَ سُبْحَانَكَ تُبْتُ اِلَيْكَ وَاَنَا۬ اَوَّلُ الْمُؤْمِن۪ينَ ﴿ ١٤٣ ﴾

سُورَةُالْاَعْرَافِ  ١٦٦ 
الجزء ٩
A`râf Sûresi  166 
Cüz  9

138  Biz İsrâiloğullarını o (Kızıl)denizden geçir dik de böylece onlar, kendilerine mahsus (buzağı şeklindeki) birtakım putlara tapmaya devam eden bir kavme rastladılar ve (ayakları ıslanmadan kendi lerine denizi geçiren Allâh-u Te`âlâ’yı unutup): “Ey Mû sâ! Onların tanrıları olduğu gibi, bize de (önümüzde görerek tapacağımız) bir ilâh yap!” dediler. O (Mûsâ (Aleyhisselâm), gördükleri büyük mucizeden sonra bu sözü nasıl diyebildiklerine şaşırarak onları kayıtsız şartsız tam bir cehâletle vasıflamak üzere) dedi ki: “Gerçekten de siz (hiçbir şey bilmeyen ve) sürekli câhillik eden bir toplumsunuz!

139  Muhakkak ki işte şu (putlara tapa)nlar (var ya); kendilerinin (din na mına) içinde bulundukları şey (benim elimle) tamamen helâk edilecektir ve yap makta bulunmuş oldukları (putlara tapmak gibi aslı astarı olmayan) şey(ler, Allâh’a yaklaşma niyetiyle olsa bile, kendilerine hiç fayda vermeyip) boşa gidecektir.”

140  (Mûsâ (Aleyhisselâm) Yahudilerin putlara tapma isteğinin, hiç uygun düşmeyecek bâtıl bir talep olduğu nu beyandan sonra, ibadetin sadece Allâh-u Te`âlâ’ya tahsisini gerektiren İlâhî iyilikleri beyan sadedinde) dedi ki: “O (Rabbiniz) sizi (kimseye vermediği nimet lere mazhar kılarak) o (zamanınızda bulunan) âlem ler üzerine çokça üstün kılmışken, ben size ilâh olarak Allâhtan başkasını mı arayayım?”

141  Vaktâ ki; Biz sizi Firavun hane dânından kur tarmıştık, öyle ki onlar siz(in dedeleriniz)e en kötü azâbı (uygulama yolu) arıyorlar (da onları en zor iş lerde çalıştırıyorlar)dı, (Mûsâ (Aleyhisselâm)`ın dünyaya gelmesine ma ni olmak için, yeni doğan) oğullarınızı çokça öldürüyorlar, kadınlarınızı ise (hizmetçi yap mak üzere) sağ bırakıyorlardı. İşte size! Bu (şekilde Firavun’u başınıza musallat kılıp, sonra Mûsâ (Aleyhisselâm)`ı göndererek sizi kurtarması)nda Rabbinizden pek büyük bir belâ (ve sıkıntının ardından nimetle imtihan sırrı) vardı.

142  Biz Mûsâ ile otuz geceyi (günleriyle birlikte ibadetle geçirmesi neticesinde, kendisiyle mükâlemede bulunacağımıza ve ona Tevrât’ı vereceğimize dâir) sözleştik ve onları on (gece) ile (kırka) tamamladık da, böylece Rabbinin tayin buyurduğu vakit kırk gece olarak tamama erdi. Mûsâ ((Aleyhisselâm) belirlenen vakti ibadetle geçirmesinin ardından Tevrât’ı almak için Tûr’a giderken) kardeşi Hârûn’a: “Kavmim içerisinde bana halife ol, (onların düzeltilmesi gereken işlerini) ıslâha çalış ve asla bozguncuların (seni davet ettikleri kötü) yoluna uyma!” dedi.
Müfessirlerin beyanına göre; Mûsâ (Aleyhisselâm) Mısır’dayken İsrâiloğullarına, Allâh-u Te’âlâ’nın Firavun’u helâk etmesi durumunda kendilerine Allâh katından bir kitap getireceğini ve yapacakları terk edecekleri her işin onda beyan edileceğini vaat etmişti. Allâh-u Te`âlâ Firavun’u helâk edince Mûsâ (Aleyhisselâm) Rabbinden o kitabı istedi, Allâh-u Te`âlâ da ona otuz gün oruç tutmasını emretti. O, zilkade ayının tamamını oruçlu geçirince ağzındaki açlık kokusunu beğenmeyerek misvak kullandı. Bunun üzerine Allâh-u Te`âlâ kendisine: “Oruçlunun ağız kokusunun Benim katımda misk kokusundan daha hoş olduğunu bilmedin mi?” buyurarak zilhiccenin ilk on gününü de oruçlu geçirmesini emretti ve böylece kırk gece tamamlandı. Bunun üzerine Allâh-u Te`âlâ zilhiccenin onunda Mûsâ (Aleyhisselâm)`a Tevrât’ı indirdi, ayrıca vasıtasız ve keyfiyetsiz olarak kendisiyle mükâleme buyurdu, Mûsâ (Aleyhisselâm) da o kelâmı, vücudunun bütün parçalarıyla her yönden işitti, Allâh-u Te`âlâ’nın kelâmının lezzetini hissedince cemâlini görmeye heveslendi ve bir sonraki âyet-i kerîmede beyan edilen talebini arz etti.

143  Mûsâ tayin ettiğimiz vakitte (Bizimle münâ cât için Tûr’a) gelince ve Rabbi onunla (harf ve ses vasıtası olmaksızın, yaratıkların konuşmasına benze mekten münezzeh olan bir kelâm ile) konuşunca, o: “Ey Rabbim! Göster bana (yüce Zât’ını) da bakayım sana!” dedi. O (Allâh-u Te`âlâ da): “Sen (bu fânî gözle) asla Beni göremezsin! Velâkin şu (Tûr-u Sînâ) dağ(ın)a bak! Eğer o (Benim tecellîm karşısında par çalanmayıp da) yerinde durabilirse yakında (sana da tecellî etti ğim zaman) sen de Beni görürsün!” buyurdu. Derken Rabbi o dağa (idrâk verip, yüce Zât’ına ya kışan bir vech üzere ona) tecellî ed(erek bir insanın serçe parmağının ucunun yarısı kadar bir nur göster)in ce, onu parça parça etti (ve küçük dağcıklar haline ge tirdi). (Bu tecellîye şâhit olan) Mûsâ da nâra atarak bayılıp düştü. Ayıldığı anda hemen (Allâh-u Te`âlâ’ya tâzimini bildirmek üzere): “(Bütün noksan sıfatlardan ve her hangi bir hususta yaratıklarına benzemekten) ten zih Sana! (İzinsiz böyle bir isteğe cüret etmemden dolayı) tevbe ettim Sana! Zaten ben (Senin azametine, celâ line ve dünyada görülemeyeceğine) inananların ilkiyim!” dedi.

A`râf Sûresi  166 
Cüz  9
cihanyamaneren