v01.12.24 Geliştirme Notları
Enfâl Sûresi
179
Cuz 9
26﴿ (Ey Habîbimin ashâbı!) Hatırlayın o zamânı da ki; siz o (vatanınız olan Mekke) toprak(ların)da (sayıca) çok azdınız, (müşrikler tarafından âciz tanınan ve horlanıp hakir görülerek) zayıf tutulan kimselerdiniz, (üstelik) o (size düşman olan müşrik) insanların sizi (her an) süratle yakalamasından endişe etmekteydiniz. Ama O (Allâh-u Te‘âlâ) sizi (Medîne’ye) sığındırmıştı, yardımıyla sizi desteklemişti ve o helâl olan lezzetli şeyler(i kendisi ile alacağınız ganîmetler)den sizi rızıklandırmıştı. Tâ ki siz (bunca nîmetine karşı O’na) şükredesiniz.
27﴿ Ey o îmân etmiş olan kimseler! (Niyetlerinizin tersini açıklayarak ve ganîmet mallarından çalarak) Allâh’a ve o Rasûl’e hâinlik etmeyin, (aranızda bulunan) emânetlerinize de (riâyetsizlik ederek) hıyânet etmeyin. Oysa siz (yaptığınız işin vebâlini ve nelerin iyi, nelerin kötü olduğunu) bilmektesiniz. Rivâyete göre; Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) kendi düşmanlarına destek vermeyeceklerine dâir aralarındaki sözleşmeyi bozup müşriklerle birleşen Yahûdîlerden Kureyzaoğullarını yirmi bir gece muhâsara altında tuttu. Onlar Nadîroğullarıyla yapıldığı gibi kendileriyle de sürgün anlaşması yapılmasını istediler, fakat Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Sa‘d ibnü Mu‘âz (Radıyallâhu Anh)ın hükmüne râzı olmaları husûsunda ısrarcı oldu. Onlar, çoluk çocuğu ve malı kendi yanlarında bulunduğu için haklarında iyi karar vereceğini umdukları Ebû Lübâbe (Radıyallâhu Anh)ı kendilerine göndermesini istediler. O ise onların: “Sa‘d ibnü Mu‘âz’ın hükmüne râzı olalım mı?” şeklindeki sorularına karşılık: “Boğazınız kesilir, sakın bunu yapmayın” dercesine eliyle boğazına işâret etti. Ama Ebû Lübâbe (Radıyallâhu Anh) daha ayakları yerinden kıpırdamadan Allâh’a ve Rasûlüne hâinlik yapmış olduğunu anladı. Bu hâdise üzerine bu âyet-i kerîme nâzil olunca, kendisini mescidin bir direğine bağlayarak ölünceye ya da tevbesi kabûl oluncaya kadar hiçbir yiyecek ve içecek tatmayacağına yemîn etti ve o hâl üzere yedi gün bekleyerek baygınlık geçirdi. Sonra Allâh-u Te‘âlâ tevbesini kabûl edince ona: “Tevben kabûl oldu, kendini çöz” denildiyse de o: “Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) beni çözmedikçe ben kendimi çözmem” dedi. Bunun üzerine Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) yanına gelerek onu çözdü. O da günahına sebep olan malının tamâmını bağışlayarak tevbesinin tamamlanmasını istediyse de, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “Üçte birini bağışlaman sana yeterli olur” buyurdu. (el-Beyzâvî, el-Hâzin)
28﴿ (Şu gerçeği iyice) bilin ki, mallarınız ve çocuklarınız ancak (günaha ve azâba düşmenize sebebiyet verecek) birer fitnedir /(Allâh’ın sizi kendileriyle sınayacağı) birer imtihan vesîlesidir/ (sakın onların sevgisi yüzünden hâinliğe yönelerek imtihanı kaybetmeyin). Allâh ise, (rızâsını her şeye tercih edenler için) gerçekten pek değerli çok büyük bir mükâfat sâdece Kendi nezdindedir. (O hâlde mallarınız ve çocuklarınız hakkında Allâh’ın hudûdunu gözeterek, O’nun nezdindeki mükâfatlara kavuşmaya çalışın.)
29﴿ Ey o îmân etmiş olan kimseler! (Yapacağınız ve bırakacağınız her işte) Allâh’tan hakkıyla sakınırsanız, (o takvâ sâyesinde) O sizin için (hakkı bâtıldan ayıracak) bir (nur, haklıyı haksızdan seçecek bir ferâset ve) furkān (aynı zamanda iki cihanda kurtuluş ve şüphelerden çıkışa vesîle olacak bir hidâyet) yaratır, (dünyâda) sizden kötü işlerinizi(n eserini) tamâmen örter ve (âhirette) sizin için (günahlarınızı) mağfirette bulunur. Zâten Allâh çok büyük fazl(-u ikrâm ve lütf-u ihsân) sâhibidir. (Bu yüzden Kendisine hiçbir şey vâcip olmadığı hâlde, takvâya karşılık size bu kadar büyük vaatlerde bulunmuştur.)
30﴿ Bir zamânı da (yâd et) ki; o kâfir olmuş kimseler seni tutup (bir evde hapsederek) bağlasınlar yâhut seni öldürsünler ya da seni (Mekke’den sürgün edip) çıkarsınlar diye sana tuzak kuruyordu. Hâlbuki onlar hîle yapıyorken Allâh da hîleler(in)e karşılık veriyordu. Zâten hîlelere karşılık verenlerin hayırlısı ancak Allâh’tır. (Nitekim O’nun mekri o kadar güçlüdür ki, onun karşısında kimsenin hîle ve tuzağı kâr etmez.) Müfessirler Allâh-u Te‘âlâ’nın mekrine misâl olarak; müşrikleri Bedir’e çıkarıp, Müslümanları onlara az göstererek savaşa girişmelerini sağladıktan sonra kâfirleri bozguna uğratması gibi bâzı hâdiseleri zikretmişlerdir.
31﴿ Ayrıca onlar üzerine Bizim âyetlerimiz peş peşe okunduğu zaman (Nadr ibnü Hâris gibi acem diyârına sıkça gidip, Rüstem ve İsfendiyar hikâyelerini belleyen kimseler Kur’ân’ı inkâr etmek üzere): “Gerçekten biz (Muhammed’in okuduklarını) işittik. Dileseydik işte bunun (bir) benzerini elbette biz de söylerdik. İşte bu, öncekilerin (uydurup) yazmış olduğu hikâyelerden başka bir şey değildir” dediler.
32﴿ (Habîbim!) Bir vakti de (yâd et) ki; (Nadr isimli kâfir, Kur’ân’a masal deyince sen: “Helâk olasın! Bu Kur’ân hiç şüphesiz Allâh’ın kelâmıdır” demiştin de o zaman) onlar: “Ey Allâh! Eğer işte bu (Kur’ân), Senin nezdinden (indirilmiş) olan hakkın ta kendisi ise, hemen gökten bizim üzerimize taşlar yağdır ya da bize çok acı verici büyük bir azap getir” demişlerdi.
33﴿ (Onlar azâbı çoktan hak ettiler) ama sen onların içerisindeyken Allâh onlara aslâ azap edecek değildir. (Senin aralarından ayrılmandan sonra da) onlar(ın içerisinde kalan zayıf müminler günahları için) mağfiret isterlerken /o (kâfir ola)nlar (îmân edip) istiğfarda bulunurlarken/ de Allâh onlara azap edici olmamıştır.
سُورَةُ الْاَنْفَالِ
الجزء ٩
١٧٩
وَاذْكُرُٓوا اِذْ اَنْتُمْ قَل۪يلٌ مُسْتَضْعَفُونَ فِي الْاَرْضِ تَخَافُونَ اَنْ يَتَخَطَّفَكُمُ النَّاسُ فَاٰوٰيكُمْ وَاَيَّدَكُمْ بِنَصْرِه۪ وَرَزَقَكُمْ مِنَ الطَّيِّبَاتِ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ ﴿٢٦
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَخُونُوا اللّٰهَ وَالرَّسُولَ وَتَخُونُٓوا اَمَانَاتِكُمْ وَاَنْتُمْ تَعْلَمُونَ ﴿٢٧
وَاعْلَمُٓوا اَنَّمَٓا اَمْوَالُكُمْ وَاَوْلَادُكُمْ فِتْنَةٌۙ وَاَنَّ اللّٰهَ عِنْدَهُٓ اَجْرٌ عَظ۪يمٌ۟ ﴿٢٨
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنْ تَتَّقُوا اللّٰهَ يَجْعَلْ لَكُمْ فُرْقَانًا وَيُكَفِّرْ عَنْكُمْ سَيِّـَٔاتِكُمْ وَيَغْفِرْ لَكُمْۜ وَاللّٰهُ ذُو الْفَضْلِ الْعَظ۪يمِ ﴿٢٩
وَاِذْ يَمْكُرُ بِكَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لِيُثْبِتُوكَ اَوْ يَقْتُلُوكَ اَوْ يُخْرِجُوكَۜ وَيَمْكُرُونَ وَيَمْكُرُ اللّٰهُۜ وَاللّٰهُ خَيْرُ الْمَاكِر۪ينَ ﴿٣٠
وَاِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِمْ اٰيَاتُنَا قَالُوا قَدْ سَمِعْنَا لَوْ نَشَٓاءُ لَقُلْنَا مِثْلَ هٰذَٓاۙ اِنْ هٰذَٓا اِلَّٓا اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ ﴿٣١
وَاِذْ قَالُوا اللّٰهُمَّ اِنْ كَانَ هٰذَا هُوَ الْحَقَّ مِنْ عِنْدِكَ فَاَمْطِرْ عَلَيْنَا حِجَارَةً مِنَ السَّمَٓاءِ اَوِ ائْتِنَا بِعَذَابٍ اَل۪يمٍ ﴿٣٢
وَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيُعَذِّبَهُمْ وَاَنْتَ ف۪يهِمْۜ وَمَا كَانَ اللّٰهُ مُعَذِّبَهُمْ وَهُمْ يَسْتَغْفِرُونَ ﴿٣٣
Enfâl Sûresi
179
Cuz 9
وَاذْكُرُٓوا اِذْ اَنْتُمْ قَل۪يلٌ مُسْتَضْعَفُونَ فِي الْاَرْضِ تَخَافُونَ اَنْ يَتَخَطَّفَكُمُ النَّاسُ فَاٰوٰيكُمْ وَاَيَّدَكُمْ بِنَصْرِه۪ وَرَزَقَكُمْ مِنَ الطَّيِّبَاتِ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ ﴿٢٦
26﴿ (Ey Habîbimin ashâbı!) Hatırlayın o zamânı da ki; siz o (vatanınız olan Mekke) toprak(ların)da (sayıca) çok azdınız, (müşrikler tarafından âciz tanınan ve horlanıp hakir görülerek) zayıf tutulan kimselerdiniz, (üstelik) o (size düşman olan müşrik) insanların sizi (her an) süratle yakalamasından endişe etmekteydiniz. Ama O (Allâh-u Te‘âlâ) sizi (Medîne’ye) sığındırmıştı, yardımıyla sizi desteklemişti ve o helâl olan lezzetli şeyler(i kendisi ile alacağınız ganîmetler)den sizi rızıklandırmıştı. Tâ ki siz (bunca nîmetine karşı O’na) şükredesiniz.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَخُونُوا اللّٰهَ وَالرَّسُولَ وَتَخُونُٓوا اَمَانَاتِكُمْ وَاَنْتُمْ تَعْلَمُونَ ﴿٢٧
27﴿ Ey o îmân etmiş olan kimseler! (Niyetlerinizin tersini açıklayarak ve ganîmet mallarından çalarak) Allâh’a ve o Rasûl’e hâinlik etmeyin, (aranızda bulunan) emânetlerinize de (riâyetsizlik ederek) hıyânet etmeyin. Oysa siz (yaptığınız işin vebâlini ve nelerin iyi, nelerin kötü olduğunu) bilmektesiniz. Rivâyete göre; Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) kendi düşmanlarına destek vermeyeceklerine dâir aralarındaki sözleşmeyi bozup müşriklerle birleşen Yahûdîlerden Kureyzaoğullarını yirmi bir gece muhâsara altında tuttu. Onlar Nadîroğullarıyla yapıldığı gibi kendileriyle de sürgün anlaşması yapılmasını istediler, fakat Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Sa‘d ibnü Mu‘âz (Radıyallâhu Anh)ın hükmüne râzı olmaları husûsunda ısrarcı oldu. Onlar, çoluk çocuğu ve malı kendi yanlarında bulunduğu için haklarında iyi karar vereceğini umdukları Ebû Lübâbe (Radıyallâhu Anh)ı kendilerine göndermesini istediler. O ise onların: “Sa‘d ibnü Mu‘âz’ın hükmüne râzı olalım mı?” şeklindeki sorularına karşılık: “Boğazınız kesilir, sakın bunu yapmayın” dercesine eliyle boğazına işâret etti. Ama Ebû Lübâbe (Radıyallâhu Anh) daha ayakları yerinden kıpırdamadan Allâh’a ve Rasûlüne hâinlik yapmış olduğunu anladı. Bu hâdise üzerine bu âyet-i kerîme nâzil olunca, kendisini mescidin bir direğine bağlayarak ölünceye ya da tevbesi kabûl oluncaya kadar hiçbir yiyecek ve içecek tatmayacağına yemîn etti ve o hâl üzere yedi gün bekleyerek baygınlık geçirdi. Sonra Allâh-u Te‘âlâ tevbesini kabûl edince ona: “Tevben kabûl oldu, kendini çöz” denildiyse de o: “Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) beni çözmedikçe ben kendimi çözmem” dedi. Bunun üzerine Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) yanına gelerek onu çözdü. O da günahına sebep olan malının tamâmını bağışlayarak tevbesinin tamamlanmasını istediyse de, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “Üçte birini bağışlaman sana yeterli olur” buyurdu. (el-Beyzâvî, el-Hâzin)
وَاعْلَمُٓوا اَنَّمَٓا اَمْوَالُكُمْ وَاَوْلَادُكُمْ فِتْنَةٌۙ وَاَنَّ اللّٰهَ عِنْدَهُٓ اَجْرٌ عَظ۪يمٌ۟ ﴿٢٨
28﴿ (Şu gerçeği iyice) bilin ki, mallarınız ve çocuklarınız ancak (günaha ve azâba düşmenize sebebiyet verecek) birer fitnedir /(Allâh’ın sizi kendileriyle sınayacağı) birer imtihan vesîlesidir/ (sakın onların sevgisi yüzünden hâinliğe yönelerek imtihanı kaybetmeyin). Allâh ise, (rızâsını her şeye tercih edenler için) gerçekten pek değerli çok büyük bir mükâfat sâdece Kendi nezdindedir. (O hâlde mallarınız ve çocuklarınız hakkında Allâh’ın hudûdunu gözeterek, O’nun nezdindeki mükâfatlara kavuşmaya çalışın.)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنْ تَتَّقُوا اللّٰهَ يَجْعَلْ لَكُمْ فُرْقَانًا وَيُكَفِّرْ عَنْكُمْ سَيِّـَٔاتِكُمْ وَيَغْفِرْ لَكُمْۜ وَاللّٰهُ ذُو الْفَضْلِ الْعَظ۪يمِ ﴿٢٩
29﴿ Ey o îmân etmiş olan kimseler! (Yapacağınız ve bırakacağınız her işte) Allâh’tan hakkıyla sakınırsanız, (o takvâ sâyesinde) O sizin için (hakkı bâtıldan ayıracak) bir (nur, haklıyı haksızdan seçecek bir ferâset ve) furkān (aynı zamanda iki cihanda kurtuluş ve şüphelerden çıkışa vesîle olacak bir hidâyet) yaratır, (dünyâda) sizden kötü işlerinizi(n eserini) tamâmen örter ve (âhirette) sizin için (günahlarınızı) mağfirette bulunur. Zâten Allâh çok büyük fazl(-u ikrâm ve lütf-u ihsân) sâhibidir. (Bu yüzden Kendisine hiçbir şey vâcip olmadığı hâlde, takvâya karşılık size bu kadar büyük vaatlerde bulunmuştur.)
وَاِذْ يَمْكُرُ بِكَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لِيُثْبِتُوكَ اَوْ يَقْتُلُوكَ اَوْ يُخْرِجُوكَۜ وَيَمْكُرُونَ وَيَمْكُرُ اللّٰهُۜ وَاللّٰهُ خَيْرُ الْمَاكِر۪ينَ ﴿٣٠
30﴿ Bir zamânı da (yâd et) ki; o kâfir olmuş kimseler seni tutup (bir evde hapsederek) bağlasınlar yâhut seni öldürsünler ya da seni (Mekke’den sürgün edip) çıkarsınlar diye sana tuzak kuruyordu. Hâlbuki onlar hîle yapıyorken Allâh da hîleler(in)e karşılık veriyordu. Zâten hîlelere karşılık verenlerin hayırlısı ancak Allâh’tır. (Nitekim O’nun mekri o kadar güçlüdür ki, onun karşısında kimsenin hîle ve tuzağı kâr etmez.) Müfessirler Allâh-u Te‘âlâ’nın mekrine misâl olarak; müşrikleri Bedir’e çıkarıp, Müslümanları onlara az göstererek savaşa girişmelerini sağladıktan sonra kâfirleri bozguna uğratması gibi bâzı hâdiseleri zikretmişlerdir.
وَاِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِمْ اٰيَاتُنَا قَالُوا قَدْ سَمِعْنَا لَوْ نَشَٓاءُ لَقُلْنَا مِثْلَ هٰذَٓاۙ اِنْ هٰذَٓا اِلَّٓا اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ ﴿٣١
31﴿ Ayrıca onlar üzerine Bizim âyetlerimiz peş peşe okunduğu zaman (Nadr ibnü Hâris gibi acem diyârına sıkça gidip, Rüstem ve İsfendiyar hikâyelerini belleyen kimseler Kur’ân’ı inkâr etmek üzere): “Gerçekten biz (Muhammed’in okuduklarını) işittik. Dileseydik işte bunun (bir) benzerini elbette biz de söylerdik. İşte bu, öncekilerin (uydurup) yazmış olduğu hikâyelerden başka bir şey değildir” dediler.
وَاِذْ قَالُوا اللّٰهُمَّ اِنْ كَانَ هٰذَا هُوَ الْحَقَّ مِنْ عِنْدِكَ فَاَمْطِرْ عَلَيْنَا حِجَارَةً مِنَ السَّمَٓاءِ اَوِ ائْتِنَا بِعَذَابٍ اَل۪يمٍ ﴿٣٢
32﴿ (Habîbim!) Bir vakti de (yâd et) ki; (Nadr isimli kâfir, Kur’ân’a masal deyince sen: “Helâk olasın! Bu Kur’ân hiç şüphesiz Allâh’ın kelâmıdır” demiştin de o zaman) onlar: “Ey Allâh! Eğer işte bu (Kur’ân), Senin nezdinden (indirilmiş) olan hakkın ta kendisi ise, hemen gökten bizim üzerimize taşlar yağdır ya da bize çok acı verici büyük bir azap getir” demişlerdi.
وَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيُعَذِّبَهُمْ وَاَنْتَ ف۪يهِمْۜ وَمَا كَانَ اللّٰهُ مُعَذِّبَهُمْ وَهُمْ يَسْتَغْفِرُونَ ﴿٣٣
33﴿ (Onlar azâbı çoktan hak ettiler) ama sen onların içerisindeyken Allâh onlara aslâ azap edecek değildir. (Senin aralarından ayrılmandan sonra da) onlar(ın içerisinde kalan zayıf müminler günahları için) mağfiret isterlerken /o (kâfir ola)nlar (îmân edip) istiğfarda bulunurlarken/ de Allâh onlara azap edici olmamıştır.