v02.01.25 Geliştirme Notları
Hûd Sûresi
225
Cuz 12
38﴿ Böylece O (Nûh) o gemiyi sağlamca yapıyor; kavminden ileri gelenler ise kendisine her uğradıkça onunla alay ediyorlardı. (Bunun üzerine o kendilerine) dedi ki: “Siz bizimle alay ediyorsanız, siz (bizimle) alay etmekte olduğunuz gibi, şüphesiz biz de sizinle (dünyâda boğulurken, âhirette de yanarken) istihzâ edeceğiz.
39﴿ Artık yakında bileceksiniz o kimseyi ki, kendisini rezil edecek /helâk edecek/ büyük bir azap ona gelecektir ve dâimî olan korkunç bir azâp onun üzerine konacaktır.”
40﴿ Nihâyet (gemiye binmenize dâir) Bizim emrimiz geldiği zaman ve o (taştan yapılmış) tandır (su ile dolarak) kaynayıp taştığı vakit Biz (Nûh’a): “(Boğulmaktan selâmet bulacak kimselerin ve zürriyetlerinin faydalanması için canlıların) her birinden (erkek ve dişi olmak üzere) eş olan ikiyi ve aleyhinde (helâk) söz(ü) geçmiş olan kimseler dışındaki (tüm) âileni, bir de îmân etmiş bulunan (diğer) kimseleri onun içerisine yükle” buyurduk. Zâten onunla birlikte çok az kimseden başkası îmân etmemişti. Müfessirlerin beyânına göre; Nûh (Aleyhisselâm) ile birlikte gemiye binenler hakkında birkaç görüş vardır: Katâde, İbnü Cüreyc ve Muhammed ibnü Kâ‘b el-Kurazî (Radıyallâhu Anhüm) gibi âlimlerin beyânına göre; gemide bulunanlar sekiz kişi olup, bunlar da Nûh (Aleyhisselâm) ve Müslüman olan eşi ile, Sâm, Hâm ve Yâfes isimli üç oğlu ve eşleridir. Muhammed ibnü İshâk (Rahimehullâh)a göre; kadınlar hâriç on kişiydiler. İmâm-ı Mukātil (Rahimehullâh)a göre; kadınlı erkekli yetmiş kişiydiler. İbnü Abbâs (Radıyallâhu Anhümâ)dan rivâyete göreyse seksen kişiydiler. Netîce îtibârıyla dünyâ halkı içerisinde bir azınlık oldukları kesindir. Nûh (Aleyhisselâm)ın üç oğlundan Sâm; Arap ve Yahûdî ırklarının babası, Hâm; Zencilerin ve Hintlilerin babası, Yâfes ise; Türklerin ve Rumların babasıdır. Bugün dünyâda yaşayanların tamâmı Nûh (Aleyhisselâm)ın oğullarından türemiş olması hasebiyle Nûh (Aleyhisselâm) “Beşerin ikinci babası” lakabıyla anılmıştır. (Ömer en-Nesefî, et-Teysîr, 8/201-202; el-Beğavî, Me‘âlimü’t-Tenzîl, 2/449)
41﴿ Ve (Nûh (Aleyhisselâm) maiyyetinde bulunan müminlere) dedi ki: “(Allâh’ın emriyle) onun içerisine binin. Onun akışı da, duruşu da Allâh’ın adı(nı zikretmek) ile (gerçekleşecek)dir. Şüphesiz ki benim Rabbim, elbette (îmân edenleri çokça bağışlayan bir) Ğafûr’dur, (kendilerine çokça acıdığı için onları tûfandan kurtaran bir) Rahîm’dir.”
42﴿ Böylece o (gemi), dağlar gibi dalgalar içinde onları akıtıp götürüyorken Nûh, (kendilerinden) ayrı bir yerde bulunan oğluna: “Ey oğulcağızım! Bizimle birlikte (îmân ederek bu gemiye) bin, sen kâfirlerle berâber olma” diye seslendi.
43﴿ O (Ken‘ân isimli oğlu ise): “Birazdan beni sudan koruyacak bir dağa sığınacağım” dedi. O (Nûh (Aleyhisselâm) da onu bu faydasız fikrinden çevirmek ve kendisine gerçeği açıklamak için): “Bugün Allâh’ın (azap) emrinden koruyacak hiçbir şey yoktur; (lâkin) O (ziyâde rahmet sahibi olan Allâh-u Sübhânehû)nun merhamet ettiği kimseler müstesnâ! /(Allâh-u Te‘âlâ’nın) acımış olduğu kimse dışında bugün Allâh’ın (azap) emrinden hiçbir kurtulan yoktur/” dedi. Böylece (baba-oğul konuşmayı henüz bitirmemişlerdi ki) dalgalar o ikisinin arasına girdi de nihâyet o, boğulanlardan oldu.
44﴿ Böylece (bütün kâfirler tûfâna gark olunca, Allâh tarafından:) “Ey yer(yüzü)! (Üzerinde taşıdığın) suyunu çek. Ey gök! Sen de (yağmurunu) tut” buyruldu. Derken su azaldı, (kâfirlerin helâk edilip, müminlerin kurtarılmasıyla ilgili) o iş bitirildi ve o (gemi), Cûdî (Dağı’nın) üzerine yerleşti de (nihâyet) o zâlimler toplumu için: “(Allâh’ın rahmetinden) tam bir uzak olmakla (uzak olup helâk olun)” buyruldu.
45﴿ (Gözü önünde çocuğunun helâk olduğunu gören) Nûh, Rabbine nidâ etti de dedi ki: “Ey Rabbim! Şüphesiz ki oğlum benim ehlimdendir. (Sen de bana âilemi kurtaracağına dâir söz vermiştin.) Senin vaadin ise hakkın ta kendisidir. Zâten ancak Sen hâkimlerin en doğru hüküm verenisin. (Karar verenlerin hepsinden daha bilgili ve adâletli olduğun için, diğerlerinin hükmü iptâl edilebilir ama Senin karârın aslâ bozulamaz, ben de Senin karârına râzıyım.) /Zâten ancak Sen hikmet sâhiplerinin en hikmetlisisin. (Hikmetinden sûal olmaz ama bana bunun hikmetini beyân eder misin?)/”
سُورَةُ هُودٍ
الجزء ١١
٢٢٥
وَيَصْنَعُ الْفُلْكَ وَكُلَّمَا مَرَّ عَلَيْهِ مَلَاٌ مِنْ قَوْمِه۪ سَخِرُوا مِنْهُۜ قَالَ اِنْ تَسْخَرُوا مِنَّا فَاِنَّا نَسْخَرُ مِنْكُمْ كَمَا تَسْخَرُونَۜ ﴿٣٨
فَسَوْفَ تَعْلَمُونَۙ مَنْ يَأْت۪يهِ عَذَابٌ يُخْز۪يهِ وَيَحِلُّ عَلَيْهِ عَذَابٌ مُق۪يمٌ ﴿٣٩
حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَ اَمْرُنَا وَفَارَ التَّنُّورُۙ قُلْنَا احْمِلْ ف۪يهَا مِنْ كُلٍّ زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ وَاَهْلَكَ اِلَّا مَنْ سَبَقَ عَلَيْهِ الْقَوْلُ وَمَنْ اٰمَنَۜ وَمَٓا اٰمَنَ مَعَهُٓ اِلَّا قَل۪يلٌ ﴿٤٠
وَقَالَ ارْكَبُوا ف۪يهَا بِسْمِ اللّٰهِ مَجْرٰۭۙيهَا وَمُرْسٰيهَاۜ اِنَّ رَبّ۪ي لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ ﴿٤١
وَهِيَ تَجْر۪ي بِهِمْ ف۪ي مَوْجٍ كَالْجِبَالِ وَنَادٰى نُوحٌۨ ابْنَهُ وَكَانَ ف۪ي مَعْزِلٍ يَا بُنَيَّ ارْكَبْۭۗ مَعَنَا وَلَا تَكُنْ مَعَ الْكَافِر۪ينَ ﴿٤٢
قَالَ سَاٰو۪ٓي اِلٰى جَبَلٍ يَعْصِمُن۪ي مِنَ الْمَٓاءِۜ قَالَ لَا عَاصِمَ الْيَوْمَ مِنْ اَمْرِ اللّٰهِ اِلَّا مَنْ رَحِمَۚ وَحَالَ بَيْنَهُمَا الْمَوْجُ فَكَانَ مِنَ الْمُغْرَق۪ينَ ﴿٤٣
وَق۪يلَ يَٓا اَرْضُ ابْلَع۪ي مَٓاءَكِ وَيَا سَمَٓاءُ اَقْلِع۪ي وَغ۪يضَ الْمَٓاءُ وَقُضِيَ الْاَمْرُ وَاسْتَوَتْ عَلَى الْجُودِيِّ وَق۪يلَ بُعْدًا لِلْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ ﴿٤٤
وَنَادٰى نُوحٌ رَبَّهُ فَقَالَ رَبِّ اِنَّ ابْن۪ي مِنْ اَهْل۪ي وَاِنَّ وَعْدَكَ الْحَقُّ وَاَنْتَ اَحْكَمُ الْحَاكِم۪ينَ ﴿٤٥
Hûd Sûresi
225
Cuz 12
وَيَصْنَعُ الْفُلْكَ وَكُلَّمَا مَرَّ عَلَيْهِ مَلَاٌ مِنْ قَوْمِه۪ سَخِرُوا مِنْهُۜ قَالَ اِنْ تَسْخَرُوا مِنَّا فَاِنَّا نَسْخَرُ مِنْكُمْ كَمَا تَسْخَرُونَۜ ﴿٣٨
38﴿ Böylece O (Nûh) o gemiyi sağlamca yapıyor; kavminden ileri gelenler ise kendisine her uğradıkça onunla alay ediyorlardı. (Bunun üzerine o kendilerine) dedi ki: “Siz bizimle alay ediyorsanız, siz (bizimle) alay etmekte olduğunuz gibi, şüphesiz biz de sizinle (dünyâda boğulurken, âhirette de yanarken) istihzâ edeceğiz.
فَسَوْفَ تَعْلَمُونَۙ مَنْ يَأْت۪يهِ عَذَابٌ يُخْز۪يهِ وَيَحِلُّ عَلَيْهِ عَذَابٌ مُق۪يمٌ ﴿٣٩
39﴿ Artık yakında bileceksiniz o kimseyi ki, kendisini rezil edecek /helâk edecek/ büyük bir azap ona gelecektir ve dâimî olan korkunç bir azâp onun üzerine konacaktır.”
حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَ اَمْرُنَا وَفَارَ التَّنُّورُۙ قُلْنَا احْمِلْ ف۪يهَا مِنْ كُلٍّ زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ وَاَهْلَكَ اِلَّا مَنْ سَبَقَ عَلَيْهِ الْقَوْلُ وَمَنْ اٰمَنَۜ وَمَٓا اٰمَنَ مَعَهُٓ اِلَّا قَل۪يلٌ ﴿٤٠
40﴿ Nihâyet (gemiye binmenize dâir) Bizim emrimiz geldiği zaman ve o (taştan yapılmış) tandır (su ile dolarak) kaynayıp taştığı vakit Biz (Nûh’a): “(Boğulmaktan selâmet bulacak kimselerin ve zürriyetlerinin faydalanması için canlıların) her birinden (erkek ve dişi olmak üzere) eş olan ikiyi ve aleyhinde (helâk) söz(ü) geçmiş olan kimseler dışındaki (tüm) âileni, bir de îmân etmiş bulunan (diğer) kimseleri onun içerisine yükle” buyurduk. Zâten onunla birlikte çok az kimseden başkası îmân etmemişti. Müfessirlerin beyânına göre; Nûh (Aleyhisselâm) ile birlikte gemiye binenler hakkında birkaç görüş vardır: Katâde, İbnü Cüreyc ve Muhammed ibnü Kâ‘b el-Kurazî (Radıyallâhu Anhüm) gibi âlimlerin beyânına göre; gemide bulunanlar sekiz kişi olup, bunlar da Nûh (Aleyhisselâm) ve Müslüman olan eşi ile, Sâm, Hâm ve Yâfes isimli üç oğlu ve eşleridir. Muhammed ibnü İshâk (Rahimehullâh)a göre; kadınlar hâriç on kişiydiler. İmâm-ı Mukātil (Rahimehullâh)a göre; kadınlı erkekli yetmiş kişiydiler. İbnü Abbâs (Radıyallâhu Anhümâ)dan rivâyete göreyse seksen kişiydiler. Netîce îtibârıyla dünyâ halkı içerisinde bir azınlık oldukları kesindir. Nûh (Aleyhisselâm)ın üç oğlundan Sâm; Arap ve Yahûdî ırklarının babası, Hâm; Zencilerin ve Hintlilerin babası, Yâfes ise; Türklerin ve Rumların babasıdır. Bugün dünyâda yaşayanların tamâmı Nûh (Aleyhisselâm)ın oğullarından türemiş olması hasebiyle Nûh (Aleyhisselâm) “Beşerin ikinci babası” lakabıyla anılmıştır. (Ömer en-Nesefî, et-Teysîr, 8/201-202; el-Beğavî, Me‘âlimü’t-Tenzîl, 2/449)
وَقَالَ ارْكَبُوا ف۪يهَا بِسْمِ اللّٰهِ مَجْرٰۭۙيهَا وَمُرْسٰيهَاۜ اِنَّ رَبّ۪ي لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ ﴿٤١
41﴿ Ve (Nûh (Aleyhisselâm) maiyyetinde bulunan müminlere) dedi ki: “(Allâh’ın emriyle) onun içerisine binin. Onun akışı da, duruşu da Allâh’ın adı(nı zikretmek) ile (gerçekleşecek)dir. Şüphesiz ki benim Rabbim, elbette (îmân edenleri çokça bağışlayan bir) Ğafûr’dur, (kendilerine çokça acıdığı için onları tûfandan kurtaran bir) Rahîm’dir.”
وَهِيَ تَجْر۪ي بِهِمْ ف۪ي مَوْجٍ كَالْجِبَالِ وَنَادٰى نُوحٌۨ ابْنَهُ وَكَانَ ف۪ي مَعْزِلٍ يَا بُنَيَّ ارْكَبْۭۗ مَعَنَا وَلَا تَكُنْ مَعَ الْكَافِر۪ينَ ﴿٤٢
42﴿ Böylece o (gemi), dağlar gibi dalgalar içinde onları akıtıp götürüyorken Nûh, (kendilerinden) ayrı bir yerde bulunan oğluna: “Ey oğulcağızım! Bizimle birlikte (îmân ederek bu gemiye) bin, sen kâfirlerle berâber olma” diye seslendi.
قَالَ سَاٰو۪ٓي اِلٰى جَبَلٍ يَعْصِمُن۪ي مِنَ الْمَٓاءِۜ قَالَ لَا عَاصِمَ الْيَوْمَ مِنْ اَمْرِ اللّٰهِ اِلَّا مَنْ رَحِمَۚ وَحَالَ بَيْنَهُمَا الْمَوْجُ فَكَانَ مِنَ الْمُغْرَق۪ينَ ﴿٤٣
43﴿ O (Ken‘ân isimli oğlu ise): “Birazdan beni sudan koruyacak bir dağa sığınacağım” dedi. O (Nûh (Aleyhisselâm) da onu bu faydasız fikrinden çevirmek ve kendisine gerçeği açıklamak için): “Bugün Allâh’ın (azap) emrinden koruyacak hiçbir şey yoktur; (lâkin) O (ziyâde rahmet sahibi olan Allâh-u Sübhânehû)nun merhamet ettiği kimseler müstesnâ! /(Allâh-u Te‘âlâ’nın) acımış olduğu kimse dışında bugün Allâh’ın (azap) emrinden hiçbir kurtulan yoktur/” dedi. Böylece (baba-oğul konuşmayı henüz bitirmemişlerdi ki) dalgalar o ikisinin arasına girdi de nihâyet o, boğulanlardan oldu.
وَق۪يلَ يَٓا اَرْضُ ابْلَع۪ي مَٓاءَكِ وَيَا سَمَٓاءُ اَقْلِع۪ي وَغ۪يضَ الْمَٓاءُ وَقُضِيَ الْاَمْرُ وَاسْتَوَتْ عَلَى الْجُودِيِّ وَق۪يلَ بُعْدًا لِلْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ ﴿٤٤
44﴿ Böylece (bütün kâfirler tûfâna gark olunca, Allâh tarafından:) “Ey yer(yüzü)! (Üzerinde taşıdığın) suyunu çek. Ey gök! Sen de (yağmurunu) tut” buyruldu. Derken su azaldı, (kâfirlerin helâk edilip, müminlerin kurtarılmasıyla ilgili) o iş bitirildi ve o (gemi), Cûdî (Dağı’nın) üzerine yerleşti de (nihâyet) o zâlimler toplumu için: “(Allâh’ın rahmetinden) tam bir uzak olmakla (uzak olup helâk olun)” buyruldu.
وَنَادٰى نُوحٌ رَبَّهُ فَقَالَ رَبِّ اِنَّ ابْن۪ي مِنْ اَهْل۪ي وَاِنَّ وَعْدَكَ الْحَقُّ وَاَنْتَ اَحْكَمُ الْحَاكِم۪ينَ ﴿٤٥
45﴿ (Gözü önünde çocuğunun helâk olduğunu gören) Nûh, Rabbine nidâ etti de dedi ki: “Ey Rabbim! Şüphesiz ki oğlum benim ehlimdendir. (Sen de bana âilemi kurtaracağına dâir söz vermiştin.) Senin vaadin ise hakkın ta kendisidir. Zâten ancak Sen hâkimlerin en doğru hüküm verenisin. (Karar verenlerin hepsinden daha bilgili ve adâletli olduğun için, diğerlerinin hükmü iptâl edilebilir ama Senin karârın aslâ bozulamaz, ben de Senin karârına râzıyım.) /Zâten ancak Sen hikmet sâhiplerinin en hikmetlisisin. (Hikmetinden sûal olmaz ama bana bunun hikmetini beyân eder misin?)/”