ONBEŞİNCİ SÛRE-İ CELİLE
el-Hicr
SÛRE-İ CELîLESİ
Mekkî (Mekke-i Mükerreme döneminde inmiş)dir. 24. ve 87. âyet-i kerîmelerin Medîne- i Münevvere’de nâzil olduğu rivayet edilmiştir. 99 ayettir.
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle!
الٓرٰ۠ تِلْكَ اٰيَاتُ الْكِتَابِ وَقُرْاٰنٍ مُب۪ينٍ ﴿١﴾
﴾1﴿
Elif! Lâm! Râ! Müfessirler bu gibi hurûf-u mukatta‘anın tefsîrinde şöyle demişlerdir: (اَللّٰهُ أَعْلَمُ بِمُرَادِهِ بِذٰلِكَ) “Bu harfler müteşâbih âyetlerden olduğu için bunlardan murâdının ne olduğunu ziyâdesiyle bilen ancak Allâh’tır.” (Habîbim!) İşte sana! Bu (sûrede okuna)nlar o (mükemmel) Kitâb’ın ve çok açık (hükümleri ihtivâ etmekte) olan/(hakkı-bâtılı, helâl ve haramı) iyice açıklayan/ büyük bir Kur’ân’ın âyetleridir.
رُبَمَا يَوَدُّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوْ كَانُوا مُسْلِم۪ينَ ﴿٢﴾
﴾2﴿
O kâfir olmuş kimseler (ölüm ânında ve kıyâmet gününde Müslümanların iyi hâlini müşâhede ettiklerinde, bir de günahları yüzünden cehenneme düşen Müslümanların bile netîcede oradan çıkartıldığını gördüklerinde) çoğu zaman keşke kendileri (dünyâda) Müslüman kimseler olsaydılar diye arzulayacaktır.
ذَرْهُمْ يَأْكُلُوا وَيَتَمَتَّعُوا وَيُلْهِهِمُ الْاَمَلُ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ ﴿٣﴾
﴾3﴿
(Habîbim!) Bırak onları; ye(yip iç)sinler, (dünyâ zevkleriyle) iyice faydalansınlar ve (uzun yaşayıp her isteklerine kavuşacaklarına dâir) beklentileri onları oyalasın. Ama (yaptıkları hatâyı) çok yakında bilecekler.
وَمَٓا اَهْلَكْنَا مِنْ قَرْيَةٍ اِلَّا وَلَهَا كِتَابٌ مَعْلُومٌ ﴿٤﴾
﴾4﴿
Biz (felâketlere mâruz bıraktığımız memleketlerden) hiçbir karyeyi (ve ahâlîsini) helâk etmedik ki, mutlaka ona âit (cezânın ne zaman geleceği hakkında Levh-i Mahfûz’da kayıtlı olarak) bilinen (ve ihmâli söz konusu olmayan) bir yazı vardır.
مَا تَسْبِقُ مِنْ اُمَّةٍ اَجَلَهَا وَمَا يَسْتَأْخِرُونَ ﴿٥﴾
﴾5﴿
(Helâk edilen) hiçbir ümmet ecelin(den önce yok edilerek, mahvedilmesi için takdir edilen süren)in önüne geçemez, onlar (Bizim tarafımızdan ihmâle uğramayacakları için, belirli zamandan) sonraya da kalamazlar.
وَقَالُوا يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ي نُزِّلَ عَلَيْهِ الذِّكْرُ اِنَّكَ لَمَجْنُونٌۜ ﴿٦﴾
﴾6﴿
Bir de o (Abdullâh ibnü Ümeyye, Nadr ibnü Hâris ve Velîd ibnü Muğîre gibi müşrik ola)nlar (Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ile alay etmek üzere) dediler ki: “Ey o Kur’ân kendisine indirilmiş bulunan kişi! (Böyle hârikulâde büyük bir işi iddiâya kalktığına göre) gerçekten de sen elbette (delilerin laflarını konuşan) bir mecnûnsun.
لَوْ مَا تَأْت۪ينَا بِالْمَلٰٓئِكَةِ اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ ﴿٧﴾
﴾7﴿
(Sadâkatine şâhit olsunlar ve tebliğde seni desteklesinler diye) bize melekleri getirseydin ya! Eğer (dâvanda) doğru söyleyen kimselerden oldu isen (bunu yaparsın)!”
مَا نُنَزِّلُ الْمَلٰٓئِكَةَ اِلَّا بِالْحَقِّ وَمَا كَانُٓوا اِذًا مُنْظَر۪ينَ ﴿٨﴾
﴾8﴿
(Onlar böyle uygunsuz bir talepte bulundularsa da) Biz melekleri ancak (gönderilmelerini münâsip kılan) hak(lı ve hikmetli bir gâye) ile indiririz. Ama o (meleklerle açıkça karşılaştıkları hâlde îmâna gelmedikleri) zaman onlar mühlet verilen kimseler olmazlar.
اِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَاِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ ﴿٩﴾
﴾9﴿
Gerçekten Biz; o (inkâr etmiş oldukları) Kur’ân’ı ancak Biz indirdik. Yine şüphesiz ki Biz (diğer kitaplarımız arasından) sâdece onu elbette (tahrif ve değişikliklere uğratılmaktan) muhâfaza edicileriz.
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ ف۪ي شِيَعِ الْاَوَّل۪ينَ ﴿١٠﴾
﴾10﴿
(Rasûlüm!) Andolsun ki; muhakkak Biz senden önce de, evvelkilerin birlik hâlinde olan toplumları içerisinde (kendilerini uyaracak nice kimseleri) rasûl göndermiştik.
وَمَا يَأْت۪يهِمْ مِنْ رَسُولٍ اِلَّا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ ﴿١١﴾
﴾11﴿
Ama (seni gönderdiğimiz toplumda olduğu gibi) onlara herhangi bir rasûl gelmiyordu ki, mutlaka onunla sürekli alay ediyorlardı.
كَذٰلِكَ نَسْلُكُهُ ف۪ي قُلُوبِ الْمُجْرِم۪ينَۙ ﴿١٢﴾
﴾12﴿
(Habîbim!) İşte sana! O (inkâr ve alay huyu)nu böylece (önceki kâfirlerin kalplerine yerleştirdiğimiz gibi, seni inkâr ederek şirk cürmünü işlemiş) o mücrimlerin kalpleri içerisine de girdirmekteyiz.
لَا يُؤْمِنُونَ بِه۪ وَقَدْ خَلَتْ سُنَّةُ الْاَوَّل۪ينَ ﴿١٣﴾
﴾13﴿
(Artık) o (müşrik ola)nlar o (Kur’â)na îmân etmezler. Zâten şüphesiz (Allâh-u Te‘âlâ’nın) öncekiler hakkında sürekli âdet(i de böylece kâfirliği seçenlerin kalplerine inkârın yerleştirilmesi şeklinde devâm edip) geçmiştir. /(Allâh’ın) önceki (kâfir)ler hakkındaki (helâk etme) sünnet(i ve ibret alınacak İlâhî kānûnu) gerçekten (bunca zaman uygulanıp) geçmişken, bunlar (hâlâ) O (Allâh-u Azîmüşşâ)na îmân etmiyorlar./
وَلَوْ فَتَحْنَا عَلَيْهِمْ بَابًا مِنَ السَّمَٓاءِ فَظَلُّوا ف۪يهِ يَعْرُجُونَۙ ﴿١٤﴾
﴾14﴿
Eğer Biz (inadına mûcize istemekte ısrarcı olan) o kimselere gökten bir kapı açsaydık da onlar onun içerisinde gün boyu yükselmekte dâim olsalardı (ve orada bulunan melekleri, kudret delillerini ve açık mûcizeleri görselerdi)...
لَقَالُٓوا اِنَّمَا سُكِّرَتْ اَبْصَارُنَا بَلْ نَحْنُ قَوْمٌ مَسْحُورُونَ۟ ﴿١٥﴾
﴾15﴿
Elbette (aşırı inatlarından dolayı) onlar: “Ancak bizim gözlerimiz (gerçeği görmekten) tamâmen engellendi. (Dolayısıyla bir şeyler gördüysek de, bunlar aslı olmayan bâzı hayallerden ibârettir.) Doğrusu biz (Muhammed tarafından büyülenip) kendileri sihre uğramış bir toplumuz” derlerdi.