HATA BİLDİRİMLERİNİZ İÇİN TIKLAYIN
سُورَةُالْكَهْفِ  ٣٠٢ 
الجزء ١٦

اِنَّا مَكَّنَّا لَهُ فِي الْاَرْضِ وَاٰتَيْنَاهُ مِنْ كُلِّ شَيْءٍ سَبَبًاۙ ﴿ ٨٤ ﴾ فَاَتْبَعَ سَبَبًا ﴿ ٨٥ ﴾ حَتّٰٓى اِذَا بَلَغَ مَغْرِبَ الشَّمْسِ وَجَدَهَا تَغْرُبُ ف۪ي عَيْنٍ حَمِئَةٍ وَوَجَدَ عِنْدَهَا قَوْمًاۜ قُلْنَا يَا ذَا الْقَرْنَيْنِ اِمَّٓا اَنْ تُعَذِّبَ وَاِمَّٓا اَنْ تَتَّخِذَ ف۪يهِمْ حُسْنًا ﴿ ٨٦ ﴾ قَالَ اَمَّا مَنْ ظَلَمَ فَسَوْفَ نُعَذِّبُهُ ثُمَّ يُرَدُّ اِلٰى رَبِّه۪ فَيُعَذِّبُهُ عَذَابًا نُكْرًا ﴿ ٨٧ ﴾ وَاَمَّا مَنْ اٰمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا فَلَهُ جَزَٓاءًۨ الْحُسْنٰىۚ وَسَنَقُولُ لَهُ مِنْ اَمْرِنَا يُسْرًاۜ ﴿ ٨٨ ﴾ ثُمَّ اَتْبَعَ سَبَبًا ﴿ ٨٩ ﴾ حَتّٰٓى اِذَا بَلَغَ مَطْلِعَ الشَّمْسِ وَجَدَهَا تَطْلُعُ عَلٰى قَوْمٍ لَمْ نَجْعَلْ لَهُمْ مِنْ دُونِهَا سِتْرًاۙ ﴿ ٩٠ ﴾ كَذٰلِكَۜ وَقَدْ اَحَطْنَا بِمَا لَدَيْهِ خُبْرًا ﴿ ٩١ ﴾ ثُمَّ اَتْبَعَ سَبَبًا ﴿ ٩٢ ﴾ حَتّٰٓى اِذَا بَلَغَ بَيْنَ السَّدَّيْنِ وَجَدَ مِنْ دُونِهِمَا قَوْمًاۙ لَا يَكَادُونَ يَفْقَهُونَ قَوْلًا ﴿ ٩٣ ﴾ قَالُوا يَا ذَا الْقَرْنَيْنِ اِنَّ يَأْجُوجَ وَمَأْجُوجَ مُفْسِدُونَ فِي الْاَرْضِ فَهَلْ نَجْعَلُ لَكَ خَرْجًا عَلٰٓى اَنْ تَجْعَلَ بَيْنَنَا وَبَيْنَهُمْ سَدًّا ﴿ ٩٤ ﴾ قَالَ مَا مَكَّنّ۪ي ف۪يهِ رَبّ۪ي خَيْرٌ فَاَع۪ينُون۪ي بِقُوَّةٍ اَجْعَلْ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُمْ رَدْمًاۙ ﴿ ٩٥ ﴾ اٰتُون۪ي زُبَرَ الْحَد۪يدِۜ حَتّٰٓى اِذَا سَاوٰى بَيْنَ الصَّدَفَيْنِ قَالَ انْفُخُواۜ حَتّٰٓى اِذَا جَعَلَهُ نَارًاۙ قَالَ اٰتُون۪ٓي اُفْرِغْ عَلَيْهِ قِطْرًاۜ ﴿ ٩٦ ﴾ فَمَا اسْطَاعُٓوا اَنْ يَظْهَرُوهُ وَمَا اسْتَطَاعُوا لَهُ نَقْبًا ﴿ ٩٧ ﴾

سُورَةُالْكَهْفِ  ٣٠٢ 
الجزء ١٦
Kehf Sûresi  302 
Cüz  16

84  (Allâh-u Te`âlâ onun hakkında buyuruyor ki:) Şüphesiz Biz ona yer(yüzün)de güç ve imkân ver miştik ve Biz ona (saltanatıyla alâkalı) her (önemli) şeyden dolayı (kendisini maksada ulaştıracak; ilim, kudret ve alet gibi) bir sebep vermiştik.

85  O da (batıya ulaşmak istediğinde) bir sebebe tâbi oldu.

86  Nihâyet o, güneşin battığı (yön den) yer(yüzünün bittiği sahil)e ulaştığında, onu kara balçıklı (kızgın) bir göze (gibi görünen ufuk cihetin) de batar halde buldu ve onun yanında (hayvan derilerini kendilerine elbise yapmış) bir topluma rastladı. Biz (orada karşılaştığı kâfir topluma nasıl davrana cağı hususunda kendisine) buyurduk ki: “Ey Zülkarneyn! Ya (kâfirlikleri yüzünden cezayı hak ettikleri için, onları öldürerek) azap etmen, ya da kendileri hakkında (hidâyeti öğretme ve doğru yola irşâd kabîlinden) bir güzellik edinmen (arasında ser bestsin)!”

87  (Zülkarneyn o toplumu İslâm’a davet etmeyi tercih ederek) dedi ki: “Şimdi kim (benim davetime rağmen, inkârda ısrar ederek, nefsine) zulmetmiş ise muhakkak biz (öldürme cezasıyla) ona azap edeceğiz! Sonra o (âhirette), Rabbine döndü rülecek de, O da ona (eşi benzeri gö rülmemiş çok dehşetli) bilinme dik büyük bir azapla azap edecektir.

88  Ama kim iman etmiş ve (onun gerektirdiği şekilde) sâlih bir amel işlemişse, ona da bir mükâ fat olarak o (cennet gibi) en güzel olan şey vardır! Muhakkak biz de ona (zor gelecek teklifler yapma yıp) em(i)r(ler)imizden kolay bir şey söyleyeceğiz!”

89  Sonra o (doğuya ulaşmak isteyince yine) bir sebebe tâbi oldu.

90  Neticede güneşin doğduğu (zaman ilk vurduğu) yere vardığında onu öyle bir toplum üzerine doğar bir halde buldu ki, onlar için onun önünde (ne dağ, ne ağaç, ne de elbise gibi) hiçbir örtü yarat mamıştık!

91  İşte (Zülkarneyn’in duru mu) böylece (ilginç) dir! Gerçekten onun yanında bulunan (araç-gereçleri, tüm sebepleri ve ordu)ları(n görünen ve görünmeyen tüm hallerini yalnızca) Biz ilmen kuşat mışızdır! (Zira sahip olduğu imkânları Bizden başkası bilememiştir.)

92  Sonra yine o (doğuyla batı arasında, doğudan kuzeye doğru üçüncü bir yola girerek maksadına ulaş tıracak) başka bir sebep izledi.

93  Nihâyet (aralarına sed yapacağı) o iki dağın arasına ulaştığı zaman onların önünde öyle bir toplum buldu ki, onlar (dillerinin garipliği ve akıl larının kıtlığı yüzünden) hiçbir söz anlamaya ya naşmıyorlardı.

94  (Oranın halkı) dediler ki: “Ey Zül karneyn! Gerçekten Ye’cûc ve Me’cûc (isimli iki kabilenin men supları) bu toprakta (katliâm, tahribât ve ekinleri telef etmek suretiyle) fesat çıkaran kimselerdir. Bi zimle onlar arasında (bize saldırmalarını engelle yecek) bir sed yapmana karşılık sa na bir vergi ver sek nasıl olur?”

95  (Zülkarneyn (Aleyhisselâm) onlara cevâben) de di ki: “Rabbimin beni içerisinde yerleştirmiş bulunduğu (mallar, mülkler, sebepler ve aletedevât gibi ge rekli) şeyler (sizin bana teklifettiğiniz ücretten) daha iyidir. Öyleyse siz bana (parayla değil de,) bir kuvvetle (insan gücü ve güzel sanat becerisiyle) yardım edin de sizinle onlar arasında (istediğinizden daha) sağlam bir sed yapayım!

96  (Hadi) bana büyük demir parçaları getirin!” (Onlar da dediğini yaptılar. Böylece o yavaş yavaş de mir kütlelerini dizmeye başladı.) Nihâyet (dağların) karşılıklı iki kenarın arasını düzlediğinde: “(Körüklerle demir parçalarına) üfle yin!” dedi. (Onların üflemesi) netice(sin)de onu (kız gın) bir ateş hâline çevirince (ilgililere): “Getirin bana da, onun üzerine erimiş bir bakır dökeyim!” dedi.

97  (Onlar söylenenleri harfiyyen ya pınca, o sed iyice lehimlenerek sert bir dağ haline geliverdi. Der ken Ye’cûc ve Me`cûc gelip, onu delmek ve üstüne tır manmak istedilerse de) artık onlar onun üstüne çık maya da güç bulamadılar, onu azıcık delmeye de en ufak bir imkân bulamadılar.

Kehf Sûresi  302 
Cüz  16
cihanyamaneren