v02.01.25 Geliştirme Notları
Tâhâ Sûresi
316
Cuz 16
77﴿ Kasem olsun ki; elbette Biz Mûsâ’ya: “Kullarımı gece vakti (Mısır’dan kaçırıp) yürüt de, sonra (değneğinle vurarak) onlar için o (Kızıl)denizde kupkuru bir yol yap! (Artık) sen (ardınıza düşecek Firavun tarafından) yetişilmekten korkmazsın ve (önünüze çıkacak denizde boğulmaktan) endişelenmezsin” diye muhakkak vahyettik.
78﴿ Bunun üzerine (Mûsâ (Aleyhisselâm) İsrâîloğullarını gecenin başlangıcında yola çıkardı. Bunu geç öğrenen) Firavun, ordularıyla birlikte onların peşine düştü de, sonunda deniz(in dehşetli hâllerin)den onları kaplamış olan o (hesapta olmayan fecî) şey kendilerini kapladı.
79﴿ Böylece (önceden toplumuna: “Ben size ancak doğru yolu gösteriyorum” diyen) Firavun, kavmini saptırdı ve (onları) doğru yola iletemedi. /Firavun, kavmini (denizde) kaybetti de (onlara kurtuluş için izlenmesi gereken) doğru yolu bulduramadı./
80﴿ (Biz Firavun’u helâk edip, İsrâîloğullarını selâmet sâhiline çıkardıktan sonra buyurduk ki:) “Ey İsrâîloğulları! Gerçekten Biz sizi (türlü türlü işkencelere mâruz bırakan Firavun gibi büyük) düşmanınızdan kurtardık ve sizin (peygamberiniz Mûsâ) ile Tûr’un sağ tarafın(a geldiğinde mükâlemede bulunacağımıza ve orada ona Tevrât)ı (vereceğimize dâir) sözleştik. Ayrıca (Tîh Çölü’nde bulunduğunuz kırk süre zarfında) üzerinize çokça kudret helvasıyla bıldırcın indirdik.
81﴿ (Biz onlara demiştik ki:) Size rızık olarak verdiğimiz şeylerin lezzetli ve helâl olanlarından yeyin ve (size verilen) o (rızıklar husûsu)nda azgınlık yapmayın, sonra Benim gazabım(ın eseri olan azâbım) sizin üzerinize iner. Ayrıca Benim gazabım(ın eseri olan azâbım) kimin üzerine inerse, muhakkak ki o (bir daha kalkamayacağı şekilde cehenneme) düşmüştür. Bu âyet-i kerîmede nehyedilen “Rızıklar husûsunda azgınlık yapma” ifâde-i celîlesi; şükrünü ihlâl ederek, çok yeyip isrâf ederek, gıdâlardan elde edilen gücü günahlara harcayarak, başkasının elinden haksız yere malını alarak, zekât ve sadaka gibi hakları sâhiplerine vermeyerek ve stok yaparak Allâh-u Te‘âlâ’nın sınırlarını aşmak şeklinde tefsîr edilmiştir.
82﴿ Ayrıca muhakkak Ben; (şirkten ve kâfirlikten) tevbe etmiş olan, (Allâh-u Te‘âlâ’ya ve tüm indirdiklerine) îmân etmiş bulunan, üstelik (farzları yerine getirerek) sâlih ameller işlemiş olan, sonra da (ölünceye kadar İslâm üzere) hidâyette sebât etmiş olan kimseler(in günahları) için elbette (çokça bağışlayan bir) Ğaffâr’ım.”
83﴿ (Mûsâ (Aleyhisselâm) Allâh-u Te‘âlâ ile sözleşmesinin akabinde Tevrât’ı almak için kavmi içerisinden yetmiş kişi seçmişti. Fakat Allâh-u Te‘âlâ’ya kavuşma arzusundan dolayı acele davranıp onları geride bırakarak mîkâta tek başına varınca Allâh-u Te‘âlâ ona:) “Ey Mûsâ! Seni kavminden (ayırıp) acele ettirmiş olan şey de nedir?” (diye sordu.)
84﴿ O (Mûsâ (Aleyhisselâm) ise): “Onlar işte şu kişilerdir ki; benim izim üzeredirler (ben onlardan ancak birkaç adım öndeyim. Dolayısıyla aramızdaki mesâfe çok yakındır). Ama ey Rabbim! (Sen benden daha fazla) râzı olasın diye ben Sana (mânen yaklaşmak için emir buyurduğun yere gelmekte) acele ettim” dedi.
85﴿ (Bunun üzerine) O (Mevlâ Te‘âlâ): “Gerçekten de Biz senden sonra kavmini kesinlikle fitneye düşürdük ve Sâmirî (denen adam bir buzağı yapıp) onları (ona tapmaya dâvet ederek) saptırdı. (Birkaç bin kişilik azınlık dışında bütün ümmetin buzağıya tapmaya başladı)” buyurdu.
86﴿ Sonra Mûsâ ((Aleyhisselâm) kendisine vaat edilen kırk günlük süreyi doldurup Tevrât’ı alarak, ümmeti hakkında duyduğu haberden dolayı da) çok kızgın ve üzüntülü bir kimse olarak kavmine döndü ve: “Ey kavmim! Rabbiniz çok güzel olan bir vaadle size (Tevrât’ı vereceğini) söz vermedi mi?! Peki, size o (benden ayrı kaldığınız) süre mi uzun geldi, yoksa üzerinize Rabbinizden büyük bir gazap (eseri olan azâbın) inmesini mi istediniz de (dînimde sebât edeceğinize dâir) bana (verdiğiniz) sözü bozdunuz?” dedi.
87﴿ Onlar: “(Ey Mûsâ!) Biz sana (vermiş olduğumuz) sözü kendi (isteğimizden kaynaklanan) gücümüzle bozmadık. Velâkin bize (Mısır’dan ayrılırken) o (Firavun hânedânı olan Kıptî) kavmi(ni)n süs eşyâlarından (emânet aldığımız) birçok ağırlıklar yükletilmişti, sonra (Sâmirî’nin emriyle) onları (onun yaktığı ateşe) at(ıp eriterek buzağı şeklinde bir put yap)tık. İşte sana! Sâmirî (senin gecikmeni bahâne etti de bunun sebebini yanımızda taşıdığımız takılara bağladı sonra tüm süs eşyâlarını bizden isteyip, kazdığı bir çukurda yaktığı ateş içerisine) böylece attı (ve Cebrâîl (Aleyhisselâm)ın atının izinden aldığı toprağı da ona kattı)” dediler.
سُورَةُ طٰهٰ
الجزء ١٦
٣١٦
وَلَقَدْ اَوْحَيْنَٓا اِلٰى مُوسٰٓى اَنْ اَسْرِ بِعِبَاد۪ي فَاضْرِبْ لَهُمْ طَر۪يقًا فِي الْبَحْرِ يَبَسًاۚ لَا تَخَافُ دَرَكًا وَلَا تَخْشٰى ﴿٧٧
فَاَتْبَعَهُمْ فِرْعَوْنُ بِجُنُودِه۪ فَغَشِيَهُمْ مِنَ الْيَمِّ مَا غَشِيَهُمْۜ ﴿٧٨
وَاَضَلَّ فِرْعَوْنُ قَوْمَهُ وَمَا هَدٰى ﴿٧٩
يَا بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ قَدْ اَنْجَيْنَاكُمْ مِنْ عَدُوِّكُمْ وَوٰعَدْنَاكُمْ جَانِبَ الطُّورِ الْاَيْمَنَ وَنَزَّلْنَا عَلَيْكُمُ الْمَنَّ وَالسَّلْوٰى ﴿٨٠
كُلُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْ وَلَا تَطْغَوْا ف۪يهِ فَيَحِلَّ عَلَيْكُمْ غَضَب۪يۚ وَمَنْ يَحْلِلْ عَلَيْهِ غَضَب۪ي فَقَدْ هَوٰى ﴿٨١
وَاِنّ۪ي لَغَفَّارٌ لِمَنْ تَابَ وَاٰمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا ثُمَّ اهْتَدٰى ﴿٨٢
وَمَٓا اَعْجَلَكَ عَنْ قَوْمِكَ يَا مُوسٰى ﴿٨٣
قَالَ هُمْ اُو۬لَٓاءِ عَلٰٓى اَثَر۪ي وَعَجِلْتُ اِلَيْكَ رَبِّ لِتَرْضٰى ﴿٨٤
قَالَ فَاِنَّا قَدْ فَتَنَّا قَوْمَكَ مِنْ بَعْدِكَ وَاَضَلَّهُمُ السَّامِرِيُّ ﴿٨٥
فَرَجَعَ مُوسٰٓى اِلٰى قَوْمِه۪ غَضْبَانَ اَسِفًاۚ قَالَ يَا قَوْمِ اَلَمْ يَعِدْكُمْ رَبُّكُمْ وَعْدًا حَسَنًاۜ اَفَطَالَ عَلَيْكُمُ الْعَهْدُ اَمْ اَرَدْتُمْ اَنْ يَحِلَّ عَلَيْكُمْ غَضَبٌ مِنْ رَبِّكُمْ فَاَخْلَفْتُمْ مَوْعِد۪ي ﴿٨٦
قَالُوا مَٓا اَخْلَفْنَا مَوْعِدَكَ بِمَلْكِنَا وَلٰكِنَّا حُمِّلْنَٓا اَوْزَارًا مِنْ ز۪ينَةِ الْقَوْمِ فَقَذَفْنَاهَا فَكَذٰلِكَ اَلْقَى السَّامِرِيُّۙ ﴿٨٧
Tâhâ Sûresi
316
Cuz 16
وَلَقَدْ اَوْحَيْنَٓا اِلٰى مُوسٰٓى اَنْ اَسْرِ بِعِبَاد۪ي فَاضْرِبْ لَهُمْ طَر۪يقًا فِي الْبَحْرِ يَبَسًاۚ لَا تَخَافُ دَرَكًا وَلَا تَخْشٰى ﴿٧٧
77﴿ Kasem olsun ki; elbette Biz Mûsâ’ya: “Kullarımı gece vakti (Mısır’dan kaçırıp) yürüt de, sonra (değneğinle vurarak) onlar için o (Kızıl)denizde kupkuru bir yol yap! (Artık) sen (ardınıza düşecek Firavun tarafından) yetişilmekten korkmazsın ve (önünüze çıkacak denizde boğulmaktan) endişelenmezsin” diye muhakkak vahyettik.
فَاَتْبَعَهُمْ فِرْعَوْنُ بِجُنُودِه۪ فَغَشِيَهُمْ مِنَ الْيَمِّ مَا غَشِيَهُمْۜ ﴿٧٨
78﴿ Bunun üzerine (Mûsâ (Aleyhisselâm) İsrâîloğullarını gecenin başlangıcında yola çıkardı. Bunu geç öğrenen) Firavun, ordularıyla birlikte onların peşine düştü de, sonunda deniz(in dehşetli hâllerin)den onları kaplamış olan o (hesapta olmayan fecî) şey kendilerini kapladı.
وَاَضَلَّ فِرْعَوْنُ قَوْمَهُ وَمَا هَدٰى ﴿٧٩
79﴿ Böylece (önceden toplumuna: “Ben size ancak doğru yolu gösteriyorum” diyen) Firavun, kavmini saptırdı ve (onları) doğru yola iletemedi. /Firavun, kavmini (denizde) kaybetti de (onlara kurtuluş için izlenmesi gereken) doğru yolu bulduramadı./
يَا بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ قَدْ اَنْجَيْنَاكُمْ مِنْ عَدُوِّكُمْ وَوٰعَدْنَاكُمْ جَانِبَ الطُّورِ الْاَيْمَنَ وَنَزَّلْنَا عَلَيْكُمُ الْمَنَّ وَالسَّلْوٰى ﴿٨٠
80﴿ (Biz Firavun’u helâk edip, İsrâîloğullarını selâmet sâhiline çıkardıktan sonra buyurduk ki:) “Ey İsrâîloğulları! Gerçekten Biz sizi (türlü türlü işkencelere mâruz bırakan Firavun gibi büyük) düşmanınızdan kurtardık ve sizin (peygamberiniz Mûsâ) ile Tûr’un sağ tarafın(a geldiğinde mükâlemede bulunacağımıza ve orada ona Tevrât)ı (vereceğimize dâir) sözleştik. Ayrıca (Tîh Çölü’nde bulunduğunuz kırk süre zarfında) üzerinize çokça kudret helvasıyla bıldırcın indirdik.
كُلُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْ وَلَا تَطْغَوْا ف۪يهِ فَيَحِلَّ عَلَيْكُمْ غَضَب۪يۚ وَمَنْ يَحْلِلْ عَلَيْهِ غَضَب۪ي فَقَدْ هَوٰى ﴿٨١
81﴿ (Biz onlara demiştik ki:) Size rızık olarak verdiğimiz şeylerin lezzetli ve helâl olanlarından yeyin ve (size verilen) o (rızıklar husûsu)nda azgınlık yapmayın, sonra Benim gazabım(ın eseri olan azâbım) sizin üzerinize iner. Ayrıca Benim gazabım(ın eseri olan azâbım) kimin üzerine inerse, muhakkak ki o (bir daha kalkamayacağı şekilde cehenneme) düşmüştür. Bu âyet-i kerîmede nehyedilen “Rızıklar husûsunda azgınlık yapma” ifâde-i celîlesi; şükrünü ihlâl ederek, çok yeyip isrâf ederek, gıdâlardan elde edilen gücü günahlara harcayarak, başkasının elinden haksız yere malını alarak, zekât ve sadaka gibi hakları sâhiplerine vermeyerek ve stok yaparak Allâh-u Te‘âlâ’nın sınırlarını aşmak şeklinde tefsîr edilmiştir.
وَاِنّ۪ي لَغَفَّارٌ لِمَنْ تَابَ وَاٰمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا ثُمَّ اهْتَدٰى ﴿٨٢
82﴿ Ayrıca muhakkak Ben; (şirkten ve kâfirlikten) tevbe etmiş olan, (Allâh-u Te‘âlâ’ya ve tüm indirdiklerine) îmân etmiş bulunan, üstelik (farzları yerine getirerek) sâlih ameller işlemiş olan, sonra da (ölünceye kadar İslâm üzere) hidâyette sebât etmiş olan kimseler(in günahları) için elbette (çokça bağışlayan bir) Ğaffâr’ım.”
وَمَٓا اَعْجَلَكَ عَنْ قَوْمِكَ يَا مُوسٰى ﴿٨٣
83﴿ (Mûsâ (Aleyhisselâm) Allâh-u Te‘âlâ ile sözleşmesinin akabinde Tevrât’ı almak için kavmi içerisinden yetmiş kişi seçmişti. Fakat Allâh-u Te‘âlâ’ya kavuşma arzusundan dolayı acele davranıp onları geride bırakarak mîkâta tek başına varınca Allâh-u Te‘âlâ ona:) “Ey Mûsâ! Seni kavminden (ayırıp) acele ettirmiş olan şey de nedir?” (diye sordu.)
قَالَ هُمْ اُو۬لَٓاءِ عَلٰٓى اَثَر۪ي وَعَجِلْتُ اِلَيْكَ رَبِّ لِتَرْضٰى ﴿٨٤
84﴿ O (Mûsâ (Aleyhisselâm) ise): “Onlar işte şu kişilerdir ki; benim izim üzeredirler (ben onlardan ancak birkaç adım öndeyim. Dolayısıyla aramızdaki mesâfe çok yakındır). Ama ey Rabbim! (Sen benden daha fazla) râzı olasın diye ben Sana (mânen yaklaşmak için emir buyurduğun yere gelmekte) acele ettim” dedi.
قَالَ فَاِنَّا قَدْ فَتَنَّا قَوْمَكَ مِنْ بَعْدِكَ وَاَضَلَّهُمُ السَّامِرِيُّ ﴿٨٥
85﴿ (Bunun üzerine) O (Mevlâ Te‘âlâ): “Gerçekten de Biz senden sonra kavmini kesinlikle fitneye düşürdük ve Sâmirî (denen adam bir buzağı yapıp) onları (ona tapmaya dâvet ederek) saptırdı. (Birkaç bin kişilik azınlık dışında bütün ümmetin buzağıya tapmaya başladı)” buyurdu.
فَرَجَعَ مُوسٰٓى اِلٰى قَوْمِه۪ غَضْبَانَ اَسِفًاۚ قَالَ يَا قَوْمِ اَلَمْ يَعِدْكُمْ رَبُّكُمْ وَعْدًا حَسَنًاۜ اَفَطَالَ عَلَيْكُمُ الْعَهْدُ اَمْ اَرَدْتُمْ اَنْ يَحِلَّ عَلَيْكُمْ غَضَبٌ مِنْ رَبِّكُمْ فَاَخْلَفْتُمْ مَوْعِد۪ي ﴿٨٦
86﴿ Sonra Mûsâ ((Aleyhisselâm) kendisine vaat edilen kırk günlük süreyi doldurup Tevrât’ı alarak, ümmeti hakkında duyduğu haberden dolayı da) çok kızgın ve üzüntülü bir kimse olarak kavmine döndü ve: “Ey kavmim! Rabbiniz çok güzel olan bir vaadle size (Tevrât’ı vereceğini) söz vermedi mi?! Peki, size o (benden ayrı kaldığınız) süre mi uzun geldi, yoksa üzerinize Rabbinizden büyük bir gazap (eseri olan azâbın) inmesini mi istediniz de (dînimde sebât edeceğinize dâir) bana (verdiğiniz) sözü bozdunuz?” dedi.
قَالُوا مَٓا اَخْلَفْنَا مَوْعِدَكَ بِمَلْكِنَا وَلٰكِنَّا حُمِّلْنَٓا اَوْزَارًا مِنْ ز۪ينَةِ الْقَوْمِ فَقَذَفْنَاهَا فَكَذٰلِكَ اَلْقَى السَّامِرِيُّۙ ﴿٨٧
87﴿ Onlar: “(Ey Mûsâ!) Biz sana (vermiş olduğumuz) sözü kendi (isteğimizden kaynaklanan) gücümüzle bozmadık. Velâkin bize (Mısır’dan ayrılırken) o (Firavun hânedânı olan Kıptî) kavmi(ni)n süs eşyâlarından (emânet aldığımız) birçok ağırlıklar yükletilmişti, sonra (Sâmirî’nin emriyle) onları (onun yaktığı ateşe) at(ıp eriterek buzağı şeklinde bir put yap)tık. İşte sana! Sâmirî (senin gecikmeni bahâne etti de bunun sebebini yanımızda taşıdığımız takılara bağladı sonra tüm süs eşyâlarını bizden isteyip, kazdığı bir çukurda yaktığı ateş içerisine) böylece attı (ve Cebrâîl (Aleyhisselâm)ın atının izinden aldığı toprağı da ona kattı)” dediler.