v01.12.24 Geliştirme Notları
Şuarâ Sûresi
367
Cuz 19
20﴿ (Mûsâ (Aleyhisselâm) Firavun’a cevâben) dedi ki: “O zaman onu yaptım ama ben (onun bir tokatla öleceğini) bilmeyenlerdendim.
21﴿ Nihâyet sizden korktuğum zaman aranızdan kaçtım. Sonra Rabbim bana büyük bir hüküm (ve hikmet sayılan peygamberlik, özel ilim ve isâbetli anlayış) bağışladı ve beni (insanları uyarmak için) rasül olarak gönderilenlerden biri yaptı.
22﴿ (Ey Firavun!) İşte sana! (‘Otuz sene seni ben baktım’ diye) kendisini iyilik saydığın şu şey ise, İsrâîloğullarını köle yapmış olmandır. (Sen onların erkek çocuklarını öldürdüğün için senin eline düştüm, yoksa annem-babam bana pekâlâ bakabilirdi. Şimdi sen aslında benim hakkımda işkence olan bir şeyi mi bana iyilik sayıyorsun?!)
23﴿ Firavun dedi ki: “O (seni gönderdiğini iddiâ ettiğin) âlemlerin Rabbi de nedir?!”
24﴿ O (Mûsâ) dedi ki: “(O âlemlerin Rabbi) göklerin, yerin ve ikisi arasındaki şeylerin Rabbidir (yaratıcısıdır ve yöneticisidir). Eğer (varlıkların gerçeğini) yakînen inceleyen kimseler olduysanız (gördüğünüz bunca cismin birtakım parçalardan derlenen ve dâimâ değişikliğe mâruz kalan, dolayısıyla da sonradan yaratıldıkları ortada olan varlıklar olduğunu ve mutlaka tek bir yaratıcıya muhtaç olduklarını bilirsiniz).”
25﴿ O (zaman Firavun) etrâfındaki kimselere: “(Göklerin ve yerin sonradan yaratıldığı hakkında bunun söylediklerini) işit(ip de taaccüp et)miyor musunuz?!” dedi.
26﴿ O (Mûsâ (Aleyhisselâm) ise göklerin ve yerin sonradan yaratılışını kabûl etmeyen bu kişilere, hâdis ve fânî olduğunu dâimâ müşâhede ettikleri diğer bâzı şeyleri örnek göstermek üzere): “(O âlemlerin Rabbi) sizin (de) Rabbinizdir, evvelki babalarınızın da Rabbidir” dedi.
27﴿ O (Firavun): “Şüphesiz ki; size elçi olarak gönderilmiş ol(duğu san)an bu rasûlünüz elbette bir delidir” dedi.
28﴿ O (Mûsâ (Aleyhisselâm)): “(Âlemlerin Rabbi) doğunun, batının ve ikisi arasında bulunanların Rabbidir. Eğer siz akla sâhip (kimseler) iseniz (sözümün doğruluğunu bilirsiniz)” dedi.
29﴿ O (sözlere sinirlenen Firavun): “Andolsun ki; benden başkasını bir ilâh edinecek (ve ona tapacak) olursan, yemîn olsun elbette seni mutlaka o hapse atılanlardan kılarım” dedi.
30﴿ O (zaman Mûsâ (Aleyhisselâm)): “Ben sana (doğruluğuma delâleti) çok açık olucu /(doğruluğumu) açıklayıcı/ bir şey getirsem de mi (böyle yapacaksın)?” dedi.
31﴿ O (Firavun): “Haydi onu getir (de doğruluğunu kabûl edeyim)! Eğer sen (bu iddianda) doğru konuşan kimselerden olduysan (onu önüme getir de göreyim)” dedi.
32﴿ (Mûsâ (Aleyhisselâm)) hemen asâsını (yere) bıraktı da birdenbire o (değnek yılan olduğu hiç şüphe götürmeyecek şekilde) çok açık olan iri ve uzun bir yılan (olarak karşılarında durmaktay)dı.
33﴿ (Mûsâ (Aleyhisselâm)) ayrıca elini (koynundan) çıkardı ki, birdenbire o(nun eli), seyredenler için (hârikulâde nurlar saçarak gözleri kamaştıran ve ufku kapatan) bembeyaz bir şey (hâlinde görünüver)di.
34﴿ (Bu mûcizeleri gören Firavun dehşete kapılarak ilâhlık dâvâsını bırakıp saltanatını kurtarma çabasıyla) etrâfında bulunan ileri gelenlere (yalvarırcasına) dedi ki: “Şüphesiz ki işte bu kişi elbette (sihir ilminde zirveye ulaşmış) çok bilgili bir büyücüdür.
35﴿ O sizi (Mısır’da yerleşmiş olduğunuz) toprağınızdan büyüsüyle çıkarmak istiyor. Artık siz (ona karşı nasıl davranmam gerektiği hakkında bana) neyi emrediyorsunuz?”
36﴿ (İstişâre sonucu Firavun’a) dediler ki: “(Sakın onları öldürmeye kalkarak insanları şüpheye düşürme!) Onu(n) ve kardeşini(n hakkındaki karârı) ertele de, (bu arada sen mâhir büyücüleri) topla(mak üzere îlân) ya(pa)n (dellâl)ları şehirler içerisinde(ki her yere) gönder(erek îlanlar yaptır).
37﴿ Onlar sana çok (iyi) sihir yapan (ve bu konuda) ziyâdesiyle bilgili (ve mahâretli) her bir kimseyi getirsinler.”
38﴿ Derken o büyücüler (bayram olarak) bilinen bir günün (kuşluk) vakti(nde buluşmak) için bir araya getirildi.
39﴿ İnsanlara da denildi ki: “Siz toplanıcı kimseler misiniz? (Haydi ne duruyorsunuz?! Çabuk toplansanıza)!
سُورَةُ الشُّعَرَاءِ
الجزء ١٩
٣٦٧
قَالَ فَعَلْتُهَٓا اِذًا وَاَنَا۬ مِنَ الضَّٓالّ۪ينَۜ ﴿٢٠
فَفَرَرْتُ مِنْكُمْ لَمَّا خِفْتُكُمْ فَوَهَبَ ل۪ي رَبّ۪ي حُكْمًا وَجَعَلَن۪ي مِنَ الْمُرْسَل۪ينَ ﴿٢١
وَتِلْكَ نِعْمَةٌ تَمُنُّهَا عَلَيَّ اَنْ عَبَّدْتَ بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَۜ ﴿٢٢
قَالَ فِرْعَوْنُ وَمَا رَبُّ الْعَالَم۪ينَ ﴿٢٣
قَالَ رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَاۜ اِنْ كُنْتُمْ مُوقِن۪ينَ ﴿٢٤
قَالَ لِمَنْ حَوْلَهُٓ اَلَا تَسْتَمِعُونَ ﴿٢٥
قَالَ رَبُّكُمْ وَرَبُّ اٰبَٓائِكُمُ الْاَوَّل۪ينَ ﴿٢٦
قَالَ اِنَّ رَسُولَكُمُ الَّذ۪ٓي اُرْسِلَ اِلَيْكُمْ لَمَجْنُونٌ ﴿٢٧
قَالَ رَبُّ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ وَمَا بَيْنَهُمَاۜ اِنْ كُنْتُمْ تَعْقِلُونَ ﴿٢٨
قَالَ لَئِنِ اتَّخَذْتَ اِلٰهًا غَيْر۪ي لَاَجْعَلَنَّكَ مِنَ الْمَسْجُون۪ينَ ﴿٢٩
قَالَ اَوَلَوْ جِئْتُكَ بِشَيْءٍ مُب۪ينٍ ﴿٣٠
قَالَ فَأْتِ بِه۪ٓ اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ ﴿٣١
فَاَلْقٰى عَصَاهُ فَاِذَا هِيَ ثُعْبَانٌ مُب۪ينٌۚ ﴿٣٢
وَنَزَعَ يَدَهُ فَاِذَا هِيَ بَيْضَٓاءُ لِلنَّاظِر۪ينَ۟ ﴿٣٣
قَالَ لِلْمَلَاِ حَوْلَهُٓ اِنَّ هٰذَا لَسَاحِرٌ عَل۪يمٌۙ ﴿٣٤
يُر۪يدُ اَنْ يُخْرِجَكُمْ مِنْ اَرْضِكُمْ بِسِحْرِه۪ۗ فَمَاذَا تَأْمُرُونَ ﴿٣٥
قَالُٓوا اَرْجِهْ وَاَخَاهُ وَابْعَثْ فِي الْمَدَٓائِنِ حَاشِر۪ينَۙ ﴿٣٦
يَأْتُوكَ بِكُلِّ سَحَّارٍ عَل۪يمٍ ﴿٣٧
فَجُمِعَ السَّحَرَةُ لِم۪يقَاتِ يَوْمٍ مَعْلُومٍۙ ﴿٣٨
وَق۪يلَ لِلنَّاسِ هَلْ اَنْتُمْ مُجْتَمِعُونَۙ ﴿٣٩
Şuarâ Sûresi
367
Cuz 19
قَالَ فَعَلْتُهَٓا اِذًا وَاَنَا۬ مِنَ الضَّٓالّ۪ينَۜ ﴿٢٠
20﴿ (Mûsâ (Aleyhisselâm) Firavun’a cevâben) dedi ki: “O zaman onu yaptım ama ben (onun bir tokatla öleceğini) bilmeyenlerdendim.
فَفَرَرْتُ مِنْكُمْ لَمَّا خِفْتُكُمْ فَوَهَبَ ل۪ي رَبّ۪ي حُكْمًا وَجَعَلَن۪ي مِنَ الْمُرْسَل۪ينَ ﴿٢١
21﴿ Nihâyet sizden korktuğum zaman aranızdan kaçtım. Sonra Rabbim bana büyük bir hüküm (ve hikmet sayılan peygamberlik, özel ilim ve isâbetli anlayış) bağışladı ve beni (insanları uyarmak için) rasül olarak gönderilenlerden biri yaptı.
وَتِلْكَ نِعْمَةٌ تَمُنُّهَا عَلَيَّ اَنْ عَبَّدْتَ بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَۜ ﴿٢٢
22﴿ (Ey Firavun!) İşte sana! (‘Otuz sene seni ben baktım’ diye) kendisini iyilik saydığın şu şey ise, İsrâîloğullarını köle yapmış olmandır. (Sen onların erkek çocuklarını öldürdüğün için senin eline düştüm, yoksa annem-babam bana pekâlâ bakabilirdi. Şimdi sen aslında benim hakkımda işkence olan bir şeyi mi bana iyilik sayıyorsun?!)
قَالَ فِرْعَوْنُ وَمَا رَبُّ الْعَالَم۪ينَ ﴿٢٣
23﴿ Firavun dedi ki: “O (seni gönderdiğini iddiâ ettiğin) âlemlerin Rabbi de nedir?!”
قَالَ رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَاۜ اِنْ كُنْتُمْ مُوقِن۪ينَ ﴿٢٤
24﴿ O (Mûsâ) dedi ki: “(O âlemlerin Rabbi) göklerin, yerin ve ikisi arasındaki şeylerin Rabbidir (yaratıcısıdır ve yöneticisidir). Eğer (varlıkların gerçeğini) yakînen inceleyen kimseler olduysanız (gördüğünüz bunca cismin birtakım parçalardan derlenen ve dâimâ değişikliğe mâruz kalan, dolayısıyla da sonradan yaratıldıkları ortada olan varlıklar olduğunu ve mutlaka tek bir yaratıcıya muhtaç olduklarını bilirsiniz).”
قَالَ لِمَنْ حَوْلَهُٓ اَلَا تَسْتَمِعُونَ ﴿٢٥
25﴿ O (zaman Firavun) etrâfındaki kimselere: “(Göklerin ve yerin sonradan yaratıldığı hakkında bunun söylediklerini) işit(ip de taaccüp et)miyor musunuz?!” dedi.
قَالَ رَبُّكُمْ وَرَبُّ اٰبَٓائِكُمُ الْاَوَّل۪ينَ ﴿٢٦
26﴿ O (Mûsâ (Aleyhisselâm) ise göklerin ve yerin sonradan yaratılışını kabûl etmeyen bu kişilere, hâdis ve fânî olduğunu dâimâ müşâhede ettikleri diğer bâzı şeyleri örnek göstermek üzere): “(O âlemlerin Rabbi) sizin (de) Rabbinizdir, evvelki babalarınızın da Rabbidir” dedi.
قَالَ اِنَّ رَسُولَكُمُ الَّذ۪ٓي اُرْسِلَ اِلَيْكُمْ لَمَجْنُونٌ ﴿٢٧
27﴿ O (Firavun): “Şüphesiz ki; size elçi olarak gönderilmiş ol(duğu san)an bu rasûlünüz elbette bir delidir” dedi.
قَالَ رَبُّ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ وَمَا بَيْنَهُمَاۜ اِنْ كُنْتُمْ تَعْقِلُونَ ﴿٢٨
28﴿ O (Mûsâ (Aleyhisselâm)): “(Âlemlerin Rabbi) doğunun, batının ve ikisi arasında bulunanların Rabbidir. Eğer siz akla sâhip (kimseler) iseniz (sözümün doğruluğunu bilirsiniz)” dedi.
قَالَ لَئِنِ اتَّخَذْتَ اِلٰهًا غَيْر۪ي لَاَجْعَلَنَّكَ مِنَ الْمَسْجُون۪ينَ ﴿٢٩
29﴿ O (sözlere sinirlenen Firavun): “Andolsun ki; benden başkasını bir ilâh edinecek (ve ona tapacak) olursan, yemîn olsun elbette seni mutlaka o hapse atılanlardan kılarım” dedi.
قَالَ اَوَلَوْ جِئْتُكَ بِشَيْءٍ مُب۪ينٍ ﴿٣٠
30﴿ O (zaman Mûsâ (Aleyhisselâm)): “Ben sana (doğruluğuma delâleti) çok açık olucu /(doğruluğumu) açıklayıcı/ bir şey getirsem de mi (böyle yapacaksın)?” dedi.
قَالَ فَأْتِ بِه۪ٓ اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ ﴿٣١
31﴿ O (Firavun): “Haydi onu getir (de doğruluğunu kabûl edeyim)! Eğer sen (bu iddianda) doğru konuşan kimselerden olduysan (onu önüme getir de göreyim)” dedi.
فَاَلْقٰى عَصَاهُ فَاِذَا هِيَ ثُعْبَانٌ مُب۪ينٌۚ ﴿٣٢
32﴿ (Mûsâ (Aleyhisselâm)) hemen asâsını (yere) bıraktı da birdenbire o (değnek yılan olduğu hiç şüphe götürmeyecek şekilde) çok açık olan iri ve uzun bir yılan (olarak karşılarında durmaktay)dı.
وَنَزَعَ يَدَهُ فَاِذَا هِيَ بَيْضَٓاءُ لِلنَّاظِر۪ينَ۟ ﴿٣٣
33﴿ (Mûsâ (Aleyhisselâm)) ayrıca elini (koynundan) çıkardı ki, birdenbire o(nun eli), seyredenler için (hârikulâde nurlar saçarak gözleri kamaştıran ve ufku kapatan) bembeyaz bir şey (hâlinde görünüver)di.
قَالَ لِلْمَلَاِ حَوْلَهُٓ اِنَّ هٰذَا لَسَاحِرٌ عَل۪يمٌۙ ﴿٣٤
34﴿ (Bu mûcizeleri gören Firavun dehşete kapılarak ilâhlık dâvâsını bırakıp saltanatını kurtarma çabasıyla) etrâfında bulunan ileri gelenlere (yalvarırcasına) dedi ki: “Şüphesiz ki işte bu kişi elbette (sihir ilminde zirveye ulaşmış) çok bilgili bir büyücüdür.
يُر۪يدُ اَنْ يُخْرِجَكُمْ مِنْ اَرْضِكُمْ بِسِحْرِه۪ۗ فَمَاذَا تَأْمُرُونَ ﴿٣٥
35﴿ O sizi (Mısır’da yerleşmiş olduğunuz) toprağınızdan büyüsüyle çıkarmak istiyor. Artık siz (ona karşı nasıl davranmam gerektiği hakkında bana) neyi emrediyorsunuz?”
قَالُٓوا اَرْجِهْ وَاَخَاهُ وَابْعَثْ فِي الْمَدَٓائِنِ حَاشِر۪ينَۙ ﴿٣٦
36﴿ (İstişâre sonucu Firavun’a) dediler ki: “(Sakın onları öldürmeye kalkarak insanları şüpheye düşürme!) Onu(n) ve kardeşini(n hakkındaki karârı) ertele de, (bu arada sen mâhir büyücüleri) topla(mak üzere îlân) ya(pa)n (dellâl)ları şehirler içerisinde(ki her yere) gönder(erek îlanlar yaptır).
يَأْتُوكَ بِكُلِّ سَحَّارٍ عَل۪يمٍ ﴿٣٧
37﴿ Onlar sana çok (iyi) sihir yapan (ve bu konuda) ziyâdesiyle bilgili (ve mahâretli) her bir kimseyi getirsinler.”
فَجُمِعَ السَّحَرَةُ لِم۪يقَاتِ يَوْمٍ مَعْلُومٍۙ ﴿٣٨
38﴿ Derken o büyücüler (bayram olarak) bilinen bir günün (kuşluk) vakti(nde buluşmak) için bir araya getirildi.
وَق۪يلَ لِلنَّاسِ هَلْ اَنْتُمْ مُجْتَمِعُونَۙ ﴿٣٩
39﴿ İnsanlara da denildi ki: “Siz toplanıcı kimseler misiniz? (Haydi ne duruyorsunuz?! Çabuk toplansanıza)!