HATA BİLDİRİMLERİNİZ İÇİN TIKLAYIN
سُورَةُصۤ  ٤٥٣ 
الجزء ٢٣

اِصْبِرْ عَلٰى مَا يَقُولُونَ وَاذْكُرْ عَبْدَنَا دَاوُ۫دَ ذَا الْاَيْدِۚ اِنَّهُٓ اَوَّابٌ ﴿ ١٧ ﴾ اِنَّا سَخَّرْنَا الْجِبَالَ مَعَهُ يُسَبِّحْنَ بِالْعَشِيِّ وَالْاِشْرَاقِۙ ﴿ ١٨ ﴾ وَالطَّيْرَ مَحْشُورَةًۜ كُلٌّ لَهُٓ اَوَّابٌ ﴿ ١٩ ﴾ وَشَدَدْنَا مُلْكَهُ وَاٰتَيْنَاهُ الْحِكْمَةَ وَفَصْلَ الْخِطَابِ ﴿ ٢٠ ﴾ وَهَلْ اَتٰيكَ نَبَؤُ۬ا الْخَصْمِۢ اِذْ تَسَوَّرُوا الْمِحْرَابَۙ ﴿ ٢١ ﴾ اِذْ دَخَلُوا عَلٰى دَاوُ۫دَ فَفَزِعَ مِنْهُمْ قَالُوا لَا تَخَفْۚ خَصْمَانِ بَغٰى بَعْضُنَا عَلٰى بَعْضٍ فَاحْكُمْ بَيْنَنَا بِالْحَقِّ وَلَا تُشْطِطْ وَاهْدِنَٓا اِلٰى سَوَٓاءِ الصِّرَاطِ ﴿ ٢٢ ﴾ اِنَّ هٰذَٓا اَخ۪ي لَهُ تِسْعٌ وَتِسْعُونَ نَعْجَةً وَلِيَ نَعْجَةٌ وَاحِدَةٌ فَقَالَ اَكْفِلْن۪يهَا وَعَزَّن۪ي فِي الْخِطَابِ ﴿ ٢٣ ﴾ قَالَ لَقَدْ ظَلَمَكَ بِسُؤَالِ نَعْجَتِكَ اِلٰى نِعَاجِه۪ۜ وَاِنَّ كَث۪يرًا مِنَ الْخُلَطَٓاءِ لَيَبْغ۪ي بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍ اِلَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَقَل۪يلٌ مَا هُمْۜ وَظَنَّ دَاوُ۫دُ اَنَّمَا فَتَنَّاهُ فَاسْتَغْفَرَ رَبَّهُ وَخَرَّ رَاكِعًا وَاَنَابَ ﴿ ٢٤ ﴾ فَغَفَرْنَا لَهُ ذٰلِكَۜ وَاِنَّ لَهُ عِنْدَنَا لَزُلْفٰى وَحُسْنَ مَاٰبٍ ﴿ ٢٥ ﴾ يَا دَاوُ۫دُ اِنَّا جَعَلْنَاكَ خَل۪يفَةً فِي الْاَرْضِ فَاحْكُمْ بَيْنَ النَّاسِ بِالْحَقِّ وَلَا تَتَّبِعِ الْهَوٰى فَيُضِلَّكَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ اِنَّ الَّذ۪ينَ يَضِلُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ لَهُمْ عَذَابٌ شَد۪يدٌ بِمَا نَسُوا يَوْمَ الْحِسَابِ۟ ﴿ ٢٦ ﴾

سُورَةُصۤ  ٤٥٣ 
الجزء ٢٣
Sâd Sûresi  453 
Cüz  23

17  (Habîbim! Kâfirlerin) söylemekte oldukları (üzücü) şeylere sabret ve Bizim (dinde) kuvvet sahi bi Dâvûd kulumuzu yâd et! Şüphesiz ki o, (Bizim taa tımıza ve rızamızı kazanmaya) son derece yönelici biriydi.

18  Muhakkak Biz, onunla birlikte dağları emre âmâde kılmıştık da, gündüzün sonunda ve (güneşin parladığı) işrak vakti (lisân-ı halleriyle ve kudretten yaratılmış dilleriyle Bizi takdîs, tenzîh ve) tesbîh edi yorlardı.

19  (Her bir cihetten kendisine doğru) toplanan kuşları da (onun emrine verdik)! Hepsi de onun(la birlikte tesbîh etmek) için çokça dönücü idi!

20  Biz (kendisine verdiğimiz heybet ve nusretle) onun mülkünü güçlendirdik, ayrıca ona hikmet (nübüvvet, üstün ilim, güzel amel ve Zebûr kitabı) ile (hakkı bâtıldan) ayırıcı (kararları net bir şekilde ifade eden) bir hitâbet verdik.

21  (Habîbim!) O hasımların önemli haberi sana geldi değil mi? Hani onlar (nöbetçilerden geçit bula mayınca) o (Dâvûd (Aleyhisselâm)`ın mescidinin) mihrap duvarına tırmanmışlardı.

22  Vaktâ ki onlar Dâvûd’un yanına girmişler de, o (kimsenin yanına giremeyeceği bir günde ve bazı yardımlar almadan çıkılamayacak kadar yüksek olan makamına) onlar(ın girip âniden karşısına çıkmaların) dan sebep telâşa kapılmıştı. Dediler ki: “Korkma! (Biz) iki hasım(ız) ki; birimiz diğerine karşı haksız lıkta bulunmuştur. Artık sen aramızda hak (ve adâlet) ile hüküm ver de haddi aşma ve bizi yolun doğrusuna ulaştır!

23  (Sonra biri söz alarak dedi ki:) Gerçekten de işte şu benim (din) kardeşim; onun doksan dokuz dişi koyunu vardır, benim içinse (sadece) bir tek dişi koyun bulunmaktadır. Yine de o (benim koyunu ma göz dikerek): ‘Beni ona (da) kefil yap (da, elimin altındakileri sahiplendiğim gibi ona da mâlik olayım)!’ demiştir ve (merâmını benden daha iyi anlatabildiği için) karşılıklı konuşmada bana gâlip gelmiştir!”

24  (Bunun üzerine Dâvûd (Aleyhisselâm):) “Yemin olsun; muhakkak o, senin koyununu kendi koyunla rına katma isteğiyle elbette sana haksızlık etmiştir. Zaten şüphesiz ki (mallarını birbirine) katıp karıştı ran (ortak)lardan birçoğu, elbette onların bazısı di ğer bir kısma karşı haksızlık eder. Ancak o kimseler müstesnâ ki, iman etmiştirler ve salih ameller işle miştirler! (Çünkü onlar zulüm ve saldırıdan son derece kaçınırlar.) Onlar ise ne kadar da azdır!” dedi. Derken Dâvûd Bizim onu gerçekten imtihan (edenin muâmelesine tâbi) ettiğimizi yakînen bildi ve (zellesinden dolayı) hemen Rabbinden mağfiret talebinde bulundu. Böylece o, rükû` edici olarak (başlattığı tevbesini) yere kapan(ıp secde yaparak tamamla)dı ve (böylece Allâh-u Te`âlâ’ya hakkıyla) yöneldi!

25  İşte biz de hemen kendisi için bu (suçu)nu bağışladık. Gerçekten onun için Bizim katımızda elbette (mağfiretten öte) tam bir (manevî) ya kınlık ve (cennet gibi) çok güzel bir dönüş yeri vardır.

26  (Nitekim bu yakınlığın bir ifadesi olarak kendisi ne şöyle vahyettik:) “Ey Dâvûd! Gerçekten biz seni yer(yüzün)de (yönetimi üstlenmiş) bir halife tayin ettik/(senden önce geçmiş peygamberlerin yerine ge çen) bir halife kıldık/! Artık insanlar arasında hak (ve adâlet) ile hüküm ver de (nefse âit) kötü arzuya uyma, sonra o seni Allâh’ın yolundan saptırır. O kim seler ki Allâh’ın yolundan sapmaktadırlar; hesap gününü unutmaları sebebiyle gerçekten onlar için pek şiddetli büyük bir azap vardır.”
Dâvûd (Aleyhisselâm)`ın zellesi hakkında değişik rivayetler varsa da, kıssanın aslı şöyledir: Dâvûd (Aleyhisselâm)`ın şerî’atinde bir insanın, diğerine: “Hanımını boşa da ben alayım!” demesi câizdi, hatta ümmeti arasında âdet hâlini almış bir durumdu ki, böyle bir teklifin iki taraf için de şahsiyeti zedelemesi söz konusu değildi. Nitekim hicretten sonra, ensâr arasında da iki eşi olanlardan bazısı, bir eşini boşayıp muhâcirlerden kardeş edindiği kişiyle evlendirmiştir ki bu hiç yadırganmamış, bilakis sahâbe nin üstün bir ahlâkı olarak tarihe geçmiştir. İşte Dâvûd (Aleyhisselâm)`da ümmetinden Üvriyâ adlı kişiye böyle bir teklif yapmış, o da utancından bu teklifi geri çeviremeyip hanımını boşamış, Dâvûd (Aleyhisselâm)`ın bu evliliğinden de Süleymân (Aleyhisselâm) dünyaya gelmiştir. Görüldüğü üzere; bu kıssada hiçbir günah söz konusu olmayıp, ancak Dâvûd (Aleyhisselâm) gibi yüksek mertebe sahibi bir peygamber hakkında yakışıkalmayan bir durum mevzuu bahistir. Bu yüzden davalı insan suretinde iki melek gönderilip, ümmetinden herhangi bir ferdin yapabileceği her şeyin ona yakışmayabileceği, özellikle de birçok hanımı varken, bu teklifi sadece bir hanımı olan kişiye yapmış olmasının, makamına nispetle onun hakkında bir zelle sayılacağı kararı kendisine verdirtilmiştir. Ama bazı kıssacıların anlattığı şekilde: “Hanımı kendisine kalsın diye o kişiyi ölmesi için harplerde defaatle en ön safa yerleştirdi!” gibi, sıradan bir Müslümana dahi yakıştırılamayacak bir suçu, kitap sahibi bir peygambere isnat etmek, büyük bir iftira olur. Bu yüzden Ali (Radıyallâhu anh): “Dâvûd (Aleyhisselâm)`ın hâdisesini kıssacıların anlattığı şekliyle anlatana yüz altmış sopa vururum! Çünkü peygamberlere iftiranın cezası iki kattır.” demiştir. Ancak peygamberleri tenzîh adına: “Burada hiçbir zelle söz konusu değildir!” demek veya bu zelleyi, âyet-i kerîmede açıklanan misalle hiç bağdaşmayan farklı rivayetlerle izaha kalkışmak, Âlûsî (Rahimehullâh)ın da beyanı vechile; hiçbir insaflı kişinin kabule yanaşmayacağı bir durumdur. Zaten onun istiğfarından ve Mevlâ’nın affından bahsedilmesi, burada bir zelle vukûunun kabulünü kaçınılmaz hâle getirmiştir. Tabiî nübüvvet makamını ihlâl edecek rivayetler kabul edilemeyeceğinden, doğru olan tek görüş; “Onun, kendi yüce makamına göre evlâ olan bir şeyi terk ettiği için istiğfar ettiği” hususudur ki bu da, peygamberlerin ismetine halel getirmez (ve günahsızlık vasfını zedelemez)! (Ebussuûd, Beyzâvî, Şihâb, Nesefî, Hâzin, Rûhu’l-beyân, Âlûsî)

Sâd Sûresi  453 
Cüz  23
cihanyamaneren