v01.12.24 Geliştirme Notları
Zuhruf Sûresi
491
Cuz 25
34﴿ Üstelik o (kâfir ola)nların evleri için (gümüşten yapılmış) birtakım değerli kapılar ve üzerlerinde (oturup arkalarına) yaslanacakları kıymetli tahtlar da (yapardık).
35﴿ Ayrıca (onların tüm ev eşyâsını) altın ziynetleri(nden yapardık).İşte sana! Bunların hepsi (de) ancak o en alçak (dünyâ) hayâtın(ın geçici) eşyâsıdır. (Sonsuz ve sınırsız nîmetlerin mahalli olan) âhiret ise senin Rabbin nezdinde, (şirkten ve haramlardan) hakkıyla sakınan) o takvâ sâhibi kimseler için (tahsîs edilmiş)dir.
36﴿ Her kim de (nefsânî lezzetlere daldığı ve gördüğü şeylere kandığı için, kendisine anasından babasından çok acıyan) O Rahmân’ın zikrinden (gâfil kalıp) gözünü yumarsa (ve tamâmen yüz çevirirse) Biz onun için bir şeytanı musallat ederiz de artık o ona (sürekli arkadaş olan ve dâimâ vesvese vererek azdıran) çok yakın biridir.
37﴿ Yine şüphesiz ki o (şeyta)nlar elbette o (zikirden gâfil ola)nları o (Rahmân’ın çağırdığı dosdoğru) yoldan engellerler. Hâlbuki onlar kendilerinin gerçekten (doğru yola) hidâyet bulmuş kimseler olduğunu zannederler. (Bu yüzden de tevbe etmezler, zâten kendilerinin yanlış yolda olduklarını anlamış olsalardı elbette dönerlerdi.)
38﴿ Netîcede o Biz(im hesap yurdumuz olan âhiret)e geldiği zaman (dünyâda yakın arkadaşlık kurduğu şeytanıyla aynı zincire bağlanınca): “Ah keşke (dünyâda ve âhirette) benimle senin aranda doğuyla batı(nın birbirinden) uzaklığı (kadar mesâfe) olsaydı! Şimdi (senin) ne kötü bir arkadaş oldu(ğun meydana çıktı)” der.
39﴿ (O gün onlara denilecektir ki:)(Siz dünyâda Allâh-u Te‘âlâ’ya ortak koşarak) zâlim olduğunuz için gerçekten bugün sizin bu azap içerisinde müşterek kimseler olmanız aslâ size fayda vermeyecektir. (Zîrâ buradaki azaplar: ‘Nasıl olsa hepimiz buradayız’ diye düşünüp kendinizi rahatlatabileceğiniz dünyâ işkenceleri kabîlinden değildir.)
40﴿ (Habîbim!) Artık bu (şekilde hakkı duymamak için mücâdele veren) sağırlara (gerçekleri) sen mi işittireceksin?! Ya da (gördüğü hâlde görmezden gelen) bu körleri ve çok açık olan bir sapıtma içerisinde bulunmuş kimseleri sen mi hidâyet edeceksin?! (Hayır! Buna senin gücün yetmez, zîrâ buna Kādir olan ancak Allâh’tır.)
41﴿ Ya şimdi gerçekten seni (düşmanlarına gâlip etmeden önce vefât ettirip dünyâdan) götürecek olursak, artık (hiç üzülme, zîrâ eninde sonunda) şüphesiz ki Biz onlardan intikam alıcılarız.
42﴿ Yâhut onlara vaad etmekte olduğumuz o (azapla ilgili) şeyleri gerçekten sana gösterecek olsak, işte muhakkak Biz onlara karşı (istediğimizi yapmaya) kudretlileriz. (Dolayısıyla onlar Bizim kahr ve azâbımızdan kaçacak bir yer bulamazlar.)
43﴿ (Habîbim!) Öyleyse (Kur’ân’dan) sana vahyedilmiş olan o şeye sımsıkı tutun(maya devâm et). Çünkü hakîkaten sen (bırakılmaması gereken) dosdoğru bir yol üzeresin.
44﴿ Muhakkak ki o (sana vahyedilmiş olan Kur’ân, Arap lügatıyla indirilmiş olması münâsebetiyle), senin için de, senin kavmin (olan Kureyş) için de elbette büyük bir şereftir. Ama yakında (kıyâmet günü bu nîmetin şükründen) sorguya çekileceksiniz.
45﴿ (Habîbim! Mi‘râc Gecesi peygamberlerle görüştüğün zaman) senden önce elçi gönderdiğimiz rasüllerimize sor ki; Biz (bir ismi) Rahmân (olan Zâtımız)dan başkasını, ibâdet olunan birtakım ilâhlar (olarak meşrû) yapmış mıyız?! (Demek ki bu tevhîd inancını ilk olarak sen çıkarmadın, bütün peygamberler bu hususta müttefiktir!)
46﴿ Andolsun ki; elbette Biz Mûsâ’yı Firavun’a ve (kavminin) ileri gelen kimselerine âyet (ve mûcize)lerimizle birlikte rasûl gönderdik de o hemen (onlara): “Şüphesiz ki ben, bütün âlemlerin Rabbinin (size elçi olarak göndermiş olduğu) rasûlüyüm” dedi.
47﴿ Fakat o onlara âyet (ve mûcize)lerimizi getirdiği zaman (onun peygamberlik iddiâsında haklı olduğunu anlayıp ona uyacakları yerde) birdenbire o kişiler onlardan sebep gülüyorlardı.
سُورَةُ الزُّخْرُفِ
الجزء ٢٥
٤٩١
وَلِبُيُوتِهِمْ اَبْوَابًا وَسُرُرًا عَلَيْهَا يَتَّكِؤُ۫نَۙ ﴿٣٤
وَزُخْرُفًاۜ وَاِنْ كُلُّ ذٰلِكَ لَمَّا مَتَاعُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۜ وَالْاٰخِرَةُ عِنْدَ رَبِّكَ لِلْمُتَّق۪ينَ۟ ﴿٣٥
وَمَنْ يَعْشُ عَنْ ذِكْرِ الرَّحْمٰنِ نُقَيِّضْ لَهُ شَيْطَانًا فَهُوَ لَهُ قَر۪ينٌ ﴿٣٦
وَاِنَّهُمْ لَيَصُدُّونَهُمْ عَنِ السَّب۪يلِ وَيَحْسَبُونَ اَنَّهُمْ مُهْتَدُونَ ﴿٣٧
حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَنَا قَالَ يَا لَيْتَ بَيْن۪ي وَبَيْنَكَ بُعْدَ الْمَشْرِقَيْنِ فَبِئْسَ الْقَر۪ينُ ﴿٣٨
وَلَنْ يَنْفَعَكُمُ الْيَوْمَ اِذْ ظَلَمْتُمْ اَنَّكُمْ فِي الْعَذَابِ مُشْتَرِكُونَ ﴿٣٩
اَفَاَنْتَ تُسْمِعُ الصُّمَّ اَوْ تَهْدِي الْعُمْيَ وَمَنْ كَانَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ ﴿٤٠
فَاِمَّا نَذْهَبَنَّ بِكَ فَاِنَّا مِنْهُمْ مُنْتَقِمُونَۙ ﴿٤١
اَوْ نُرِيَنَّكَ الَّذ۪ي وَعَدْنَاهُمْ فَاِنَّا عَلَيْهِمْ مُقْتَدِرُونَ ﴿٤٢
فَاسْتَمْسِكْ بِالَّذ۪ٓي اُو۫حِيَ اِلَيْكَۚ اِنَّكَ عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ ﴿٤٣
وَاِنَّهُ لَذِكْرٌ لَكَ وَلِقَوْمِكَۚ وَسَوْفَ تُسْـَٔلُونَ ﴿٤٤
وَسْـَٔلْ مَنْ اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ مِنْ رُسُلِنَاۗ اَجَعَلْنَا مِنْ دُونِ الرَّحْمٰنِ اٰلِهَةً يُعْبَدُونَ۟ ﴿٤٥
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا مُوسٰى بِاٰيَاتِنَٓا اِلٰى فِرْعَوْنَ وَمَلَا۬ئِه۪ فَقَالَ اِنّ۪ي رَسُولُ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ ﴿٤٦
فَلَمَّا جَٓاءَهُمْ بِاٰيَاتِنَٓا اِذَا هُمْ مِنْهَا يَضْحَكُونَ ﴿٤٧
Zuhruf Sûresi
491
Cuz 25
وَلِبُيُوتِهِمْ اَبْوَابًا وَسُرُرًا عَلَيْهَا يَتَّكِؤُ۫نَۙ ﴿٣٤
34﴿ Üstelik o (kâfir ola)nların evleri için (gümüşten yapılmış) birtakım değerli kapılar ve üzerlerinde (oturup arkalarına) yaslanacakları kıymetli tahtlar da (yapardık).
وَزُخْرُفًاۜ وَاِنْ كُلُّ ذٰلِكَ لَمَّا مَتَاعُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۜ وَالْاٰخِرَةُ عِنْدَ رَبِّكَ لِلْمُتَّق۪ينَ۟ ﴿٣٥
35﴿ Ayrıca (onların tüm ev eşyâsını) altın ziynetleri(nden yapardık).İşte sana! Bunların hepsi (de) ancak o en alçak (dünyâ) hayâtın(ın geçici) eşyâsıdır. (Sonsuz ve sınırsız nîmetlerin mahalli olan) âhiret ise senin Rabbin nezdinde, (şirkten ve haramlardan) hakkıyla sakınan) o takvâ sâhibi kimseler için (tahsîs edilmiş)dir.
وَمَنْ يَعْشُ عَنْ ذِكْرِ الرَّحْمٰنِ نُقَيِّضْ لَهُ شَيْطَانًا فَهُوَ لَهُ قَر۪ينٌ ﴿٣٦
36﴿ Her kim de (nefsânî lezzetlere daldığı ve gördüğü şeylere kandığı için, kendisine anasından babasından çok acıyan) O Rahmân’ın zikrinden (gâfil kalıp) gözünü yumarsa (ve tamâmen yüz çevirirse) Biz onun için bir şeytanı musallat ederiz de artık o ona (sürekli arkadaş olan ve dâimâ vesvese vererek azdıran) çok yakın biridir.
وَاِنَّهُمْ لَيَصُدُّونَهُمْ عَنِ السَّب۪يلِ وَيَحْسَبُونَ اَنَّهُمْ مُهْتَدُونَ ﴿٣٧
37﴿ Yine şüphesiz ki o (şeyta)nlar elbette o (zikirden gâfil ola)nları o (Rahmân’ın çağırdığı dosdoğru) yoldan engellerler. Hâlbuki onlar kendilerinin gerçekten (doğru yola) hidâyet bulmuş kimseler olduğunu zannederler. (Bu yüzden de tevbe etmezler, zâten kendilerinin yanlış yolda olduklarını anlamış olsalardı elbette dönerlerdi.)
حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَنَا قَالَ يَا لَيْتَ بَيْن۪ي وَبَيْنَكَ بُعْدَ الْمَشْرِقَيْنِ فَبِئْسَ الْقَر۪ينُ ﴿٣٨
38﴿ Netîcede o Biz(im hesap yurdumuz olan âhiret)e geldiği zaman (dünyâda yakın arkadaşlık kurduğu şeytanıyla aynı zincire bağlanınca): “Ah keşke (dünyâda ve âhirette) benimle senin aranda doğuyla batı(nın birbirinden) uzaklığı (kadar mesâfe) olsaydı! Şimdi (senin) ne kötü bir arkadaş oldu(ğun meydana çıktı)” der.
وَلَنْ يَنْفَعَكُمُ الْيَوْمَ اِذْ ظَلَمْتُمْ اَنَّكُمْ فِي الْعَذَابِ مُشْتَرِكُونَ ﴿٣٩
39﴿ (O gün onlara denilecektir ki:)(Siz dünyâda Allâh-u Te‘âlâ’ya ortak koşarak) zâlim olduğunuz için gerçekten bugün sizin bu azap içerisinde müşterek kimseler olmanız aslâ size fayda vermeyecektir. (Zîrâ buradaki azaplar: ‘Nasıl olsa hepimiz buradayız’ diye düşünüp kendinizi rahatlatabileceğiniz dünyâ işkenceleri kabîlinden değildir.)
اَفَاَنْتَ تُسْمِعُ الصُّمَّ اَوْ تَهْدِي الْعُمْيَ وَمَنْ كَانَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ ﴿٤٠
40﴿ (Habîbim!) Artık bu (şekilde hakkı duymamak için mücâdele veren) sağırlara (gerçekleri) sen mi işittireceksin?! Ya da (gördüğü hâlde görmezden gelen) bu körleri ve çok açık olan bir sapıtma içerisinde bulunmuş kimseleri sen mi hidâyet edeceksin?! (Hayır! Buna senin gücün yetmez, zîrâ buna Kādir olan ancak Allâh’tır.)
فَاِمَّا نَذْهَبَنَّ بِكَ فَاِنَّا مِنْهُمْ مُنْتَقِمُونَۙ ﴿٤١
41﴿ Ya şimdi gerçekten seni (düşmanlarına gâlip etmeden önce vefât ettirip dünyâdan) götürecek olursak, artık (hiç üzülme, zîrâ eninde sonunda) şüphesiz ki Biz onlardan intikam alıcılarız.
اَوْ نُرِيَنَّكَ الَّذ۪ي وَعَدْنَاهُمْ فَاِنَّا عَلَيْهِمْ مُقْتَدِرُونَ ﴿٤٢
42﴿ Yâhut onlara vaad etmekte olduğumuz o (azapla ilgili) şeyleri gerçekten sana gösterecek olsak, işte muhakkak Biz onlara karşı (istediğimizi yapmaya) kudretlileriz. (Dolayısıyla onlar Bizim kahr ve azâbımızdan kaçacak bir yer bulamazlar.)
فَاسْتَمْسِكْ بِالَّذ۪ٓي اُو۫حِيَ اِلَيْكَۚ اِنَّكَ عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ ﴿٤٣
43﴿ (Habîbim!) Öyleyse (Kur’ân’dan) sana vahyedilmiş olan o şeye sımsıkı tutun(maya devâm et). Çünkü hakîkaten sen (bırakılmaması gereken) dosdoğru bir yol üzeresin.
وَاِنَّهُ لَذِكْرٌ لَكَ وَلِقَوْمِكَۚ وَسَوْفَ تُسْـَٔلُونَ ﴿٤٤
44﴿ Muhakkak ki o (sana vahyedilmiş olan Kur’ân, Arap lügatıyla indirilmiş olması münâsebetiyle), senin için de, senin kavmin (olan Kureyş) için de elbette büyük bir şereftir. Ama yakında (kıyâmet günü bu nîmetin şükründen) sorguya çekileceksiniz.
وَسْـَٔلْ مَنْ اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ مِنْ رُسُلِنَاۗ اَجَعَلْنَا مِنْ دُونِ الرَّحْمٰنِ اٰلِهَةً يُعْبَدُونَ۟ ﴿٤٥
45﴿ (Habîbim! Mi‘râc Gecesi peygamberlerle görüştüğün zaman) senden önce elçi gönderdiğimiz rasüllerimize sor ki; Biz (bir ismi) Rahmân (olan Zâtımız)dan başkasını, ibâdet olunan birtakım ilâhlar (olarak meşrû) yapmış mıyız?! (Demek ki bu tevhîd inancını ilk olarak sen çıkarmadın, bütün peygamberler bu hususta müttefiktir!)
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا مُوسٰى بِاٰيَاتِنَٓا اِلٰى فِرْعَوْنَ وَمَلَا۬ئِه۪ فَقَالَ اِنّ۪ي رَسُولُ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ ﴿٤٦
46﴿ Andolsun ki; elbette Biz Mûsâ’yı Firavun’a ve (kavminin) ileri gelen kimselerine âyet (ve mûcize)lerimizle birlikte rasûl gönderdik de o hemen (onlara): “Şüphesiz ki ben, bütün âlemlerin Rabbinin (size elçi olarak göndermiş olduğu) rasûlüyüm” dedi.
فَلَمَّا جَٓاءَهُمْ بِاٰيَاتِنَٓا اِذَا هُمْ مِنْهَا يَضْحَكُونَ ﴿٤٧
47﴿ Fakat o onlara âyet (ve mûcize)lerimizi getirdiği zaman (onun peygamberlik iddiâsında haklı olduğunu anlayıp ona uyacakları yerde) birdenbire o kişiler onlardan sebep gülüyorlardı.