ATMIŞDÖRDÜNCÜ SÛRE-İ CELİLE
el-Tegâbün
SÛRE-İ CELîLESİ
Medenî (Medîne-i Münevvere döneminde inmiş)dir. 18 ayettir.
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle!
يُسَبِّحُ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۚ لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُ الْحَمْدُۘ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ ﴿١﴾
﴾1﴿
Göklerde olan şeyler ve yerde bulunan şeyler Allâh’ı (noksan sıfatlardan tenzîh etmek üzere) tesbîhte bulunmaktadır. Mülk ancak O’na âittir, (Kendi mülkünde dilediği şekilde sâdece Kendisi tasarrufta bulunabilir, hiçbir yetkide kimseyi ortak kabûl etmez) hamd de sâdece O’na mahsustur. (Tüm nîmetlerin asılları O’ndan geldiği için her hâlükârda övülen ancak O’dur.) Yine ancak O, her şeye (hakkıyla gücü yeten bir) Kadîr’dir.
هُوَ الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ فَمِنْكُمْ كَافِرٌ وَمِنْكُمْ مُؤْمِنٌۜ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ ﴿٢﴾
﴾2﴿
Ancak O (Allâh-u Te‘âlâ) öyle (yüce) bir Zâttır ki; sizi (yoktan) yaratmıştır! Artık içinizden kâfir (de) vardır, yine sizden mümin (de) vardır. Zâten Allâh yapmakta olduğunuz şeyleri (hakkıyla gören ve amellerinize münâsip şekilde size karşılık verecek olan bir) Basîr’dir.
خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ بِالْحَقِّ وَصَوَّرَكُمْ فَاَحْسَنَ صُوَرَكُمْۚ وَاِلَيْهِ الْمَص۪يرُ ﴿٣﴾
﴾3﴿
O (Allâh-u Te‘âlâ), gökleri ve yeri (mükelleflere imtihan yurdu olmasından ibâret üstün bir hikmet ve) hak (olan bir gâye) ile iç içe oldukları hâlde yaratmıştır. Yine O size (her birine kendine özgü ayrı ayrı) şekil(ler) vermiş ve (diğer canlılar içerisinde) sizin sûretlerinizi güzel yapmıştır. (Bu yüzden kendi şeklinizi hiçbir canlının sûretiyle değişmek istemezsiniz.) O son varış da ancak O(nun hesap yurdu)nadır. (O hâlde O sizin sûretlerinizi güzel yaptığı gibi, siz de sîretlerinizi ve amellerinizi güzelleştirin ki, azâba çarpılarak o güzel şekilleriniz bozulmasın.)
يَعْلَمُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَيَعْلَمُ مَا تُسِرُّونَ وَمَا تُعْلِنُونَۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ ﴿٤﴾
﴾4﴿
O (Allâh-u Te‘âlâ), göklerde olan ve yerde bulunan her şeyi (hakkıyla) bilmektedir, gizli yaptığınız şeyleri de açık yaptığınız şeyleri de bilmektedir. Zâten Allâh, göğüslerin sâhip olduğu şey(ler)i(n tümünü ve kalplerin barındırdığı tüm sırları, niyet ve inançları hakkıyla bilen bir) Alîm’dir.
اَلَمْ يَأْتِكُمْ نَبَؤُا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ قَبْلُۘ فَذَاقُوا وَبَالَ اَمْرِهِمْ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ ﴿٥﴾
﴾5﴿
(Ey müşrikler!) Daha önce inkâr etmiş bulunan (Nûh, Hûd ve Sâlih peygamberlerin kavimleri gibi) o (kâfir) kimselerin önemli haberi size gelmedi mi?! İşte onlar (kötü) işlerinin (ağır) vebâlini (daha dünyâdayken) tatmıştılar. Üstelik (âhirette) onlar için ziyâde acı verici çok büyük bir azap vardır.
ذٰلِكَ بِاَنَّهُ كَانَتْ تَأْت۪يهِمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ فَقَالُٓوا اَبَشَرٌ يَهْدُونَنَاۘ فَكَفَرُوا وَتَوَلَّوْا وَاسْتَغْنَى اللّٰهُۜ وَاللّٰهُ غَنِيٌّ حَم۪يدٌ ﴿٦﴾
﴾6﴿
(Ey insan!) İşte sana! Bu (şekilde kâfir kavimlerin helâk edilişi), şu hakîkat sebebiyle olmuştur ki; rasülleri onlara sürekli çok açık mûcizeler getirmekte idi ama onlar (peygamberin beşer olmasına akıl erdiremeyerek): “Birtakım insanlar mı bizi hidâyete erdirecekler?!” demiştiler. Böylece onlar (kitapları da, peygamberleri de, âyetleri de) inkâr etmiştiler ve (onların getirdiği delilleri düşünmekten) tamâmen yüz çevirmiştiler. Allâh da istiğnâ etti (ve onları helâk ederek kendilerine muhtaç olmadığını açıklamış oldu). Zâten Allâh (değil mükelleflerin îmân ve tâatına, âlemlerin hiçbirine ihtiyâcı olmayan yegâne) Ğaniyy’dir, (hem sözlü ifâde ile hem de sözden daha fasîh olan hâl diliyle her yaratılmış tarafından Kendisine hamdedilen bir) Hamîd’dir.
زَعَمَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَنْ لَنْ يُبْعَثُواۜ قُلْ بَلٰى وَرَبّ۪ي لَتُبْعَثُنَّ ثُمَّ لَتُنَبَّؤُ۬نَّ بِمَا عَمِلْتُمْۜ وَذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ يَس۪يرٌ ﴿٧﴾
﴾7﴿
O kâfir olmuş kimseler aslâ diriltilmeyecekler diye yalan yere iddiâ etti(ler). (Habîbim!) De ki: “Hayır! (Dediğiniz doğru değil!) Rabbime yemîn olsun ki; elbette diriltileceksiniz, sonra da elbette yapmış olduğunuz şeyler(in kötü âkıbetinin nasıl olacağı) ile şüphesiz haberdâr edilecek (ve hesâba çekilecek)siniz.” (Ey insan!) İşte sana! Bu (diriltme ve inkâr edenleri cezâlandırma), Allâh’a göre çok kolay olan bir şeydir.
فَاٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَالنُّورِ الَّذ۪ٓي اَنْزَلْنَاۜ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرٌ ﴿٨﴾
﴾8﴿
Öyleyse siz Allâh’a ve Rasûlüne bir de indirmiş olduğumuz o nûr (olan Kur’ân)a îmân edin. Zâten Allâh yapmakta olduğunuz şeyleri(n görünen-görünmeyen tüm yönlerinden hakkıyla haberdâr olan bir) Habîr’dir.
يَوْمَ يَجْمَعُكُمْ لِيَوْمِ الْجَمْعِ ذٰلِكَ يَوْمُ التَّغَابُنِۜ وَمَنْ يُؤْمِنْ بِاللّٰهِ وَيَعْمَلْ صَالِحًا يُكَفِّرْ عَنْهُ سَيِّـَٔاتِه۪ وَيُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَدًاۜ ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ ﴿٩﴾
﴾9﴿
(Habîbim!) O (Allâh-u Sübhânehû)nun, (evvelkileri ve sonrakileri mahşerde) toplama (vakti olan kıyâmet) gününde sizi bir araya getireceği günü (ümmetine anlat). (Ey insan!) İşte sana! O ancak, birbirini aldatma günüdür (ve o gün aldatılanlar, cehennemlikler olacaklardır. Zîrâ îmânla ölmeleri durumunda cennette yerleşecekleri makamlarını Müslümanlara kaptıracaklar ve cehennemde yanarken, kendilerine o menziller gösterilince pişmanlığa boğulacaklardır). Ama her kim Allâh’a îmân eder ve (namaz, oruç, hac, zekât gibi) sâlih ameller işlerse, O (Rabbi) ondan kötü işlerini tamâmen örter ve içlerinde sonsuza kadar ebedî kalıcı kimseler(den) olarak onu öyle değerli cennetlere girdirir ki, onların (köşklerinin ve ağaçlarının) altından sürekli ırmaklar akmaktadır. (Ey mümin!) İşte sana! Ancak bu (şekilde günahlardan kurtulup, cennete girmek, dünyâdaki geçici kurtuluşlara nazaran) çok büyük kurtuluştur.