v02.01.25 Geliştirme Notları
Cin Sûresi
571
Cuz 29
YETMİŞİKİNCİ SÛRE-İ CELİLE
el-Cin
SÛRE-İ CELîLESİ

Mekkî (Mekke-i Mükerreme döneminde inmiş)dir. 28 ayettir.
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle!
1﴿ (Habîbim!) De ki: “Gerçekten bana o (önemli hakîkat) vahyolundu ki; cinlerden bir topluluk (Kur’ân’ı) dinledi(ler) ve dediler ki: ‘Gerçekten biz (insan sözüne hiç benzemeyen, nazmında ve mânâsında diğer kitaplardan tamâmen farklı olan) çok şaşılacak bir Kur’ân’ı(n âyetlerini) işittik.
2﴿ O (Kitâb’ı dinledik ki), doğru olan (tevhîde ve îmân)a ulaştırmaktadır. Biz (de) hemen o (Kur’â)na îmân ettik. (Bundan böyle) Rabbimize hiçbir kimseyi de aslâ ortak koşmayacağız.
3﴿ Bir de şüphesiz o (önem verilmesi gereken hakîkat) şudur ki; Rabbimizin azameti (ve büyüklüğü) dâimâ çok yüce olmuştur. O (Allâh) bir eş edinmemiştir, bir çocuğu da (evlât edinir) olmamıştır.
4﴿ Yine muhakkak o (önem verilmesi gereken husus) şudur ki; bizim câhilimiz (olan İblîs ve ona uyan azgın cinler) Allâh’a karşı (gelip Kendisine eş ve çocuk isnâd ederek O’nun hakkında) haddi aşan bir söz söyler olmuştu.
5﴿ (Cinler sözlerini şöyle bitirdiler:) Bir de şüphesiz ki biz insanlar ve cinler Allâh’a karşı aslâ yalan bir şey söyleyemez diye zannetmiştik (işte onun için bu zamâna kadar İblîs’e uymuştuk. Ama şimdi Kur’ân bize onların yalanını-yanlışını açıklayınca İblîs’i terk edip âhir zaman peygamberine îmân ettik).’
6﴿ (Habîbim! Bundan sonra onlara de ki: “Ey Mekke müşrikleri! Yine bana şöyle vahyolundu:) Şüphesiz o (önem verilmesi gereken bir hakîkat de) şudur ki; insanlardan birtakım erkekler cinlerden birtakım erkeklere sürekli sığınır olmuştular da, böylece bu (şekilde cinlere sığına)nlar kibir ve azgınlık bakımından onları artırmıştılar. Rivâyete göre; câhiliyet devrinde Araplardan biri yolculuğu esnâsında ıssız, sessiz ve korkunç bir arâzide gecelemek zorunda kalınca orada bulunan cinlerin büyüğünü kastederek: “Kavminin beyinsizlerinin şerrinden, bu vâdînin efendisine sığınırım” derdi ve böylece sabaha kadar güvenlik içerisinde yatardı. İşte bu sığınma, cinlerin reislerinin kibirlerini artırdığı için o kendisine sığınılan cinler: “Cinlerin de, insanların da efendisi biziz” derlerdi. (el-Beyzâvî; en-Nesefî; el-Hâzin) Bu ve bir sonraki âyet-i kerîme cinlerin sözleri arasına mu‘teriza olarak girmiş olup Allâh-u Te‘âlâ’nın, kendisine vahyolunduğunu söylemesini Habîbine emrettiği kelâmındandır. (ed-Dürru’l-masûn)
7﴿ (Habîbim! Yine onlara de ki: “Ey Mekke müşrikleri! Yine bana şöyle vahyolundu ki:) “Gerçekten o (cinlerden müşrik ola)nlar da sizin zannettiğiniz gibi, Allâh hiçbir kimseyi (ölümünün ardından) aslâ diriltmeyecek diye zannetmiştiler. (Ama evvelce müşrik olan cinler şimdi Kur’ân’ı dinleyerek peygamberi ve dirilmeyi kabûl ettiler. Artık siz de âyetleri dinleyince îmân etmeyi düşünmüyor musunuz?!)
8﴿ (Cinler aralarındaki konuşmayı şöyle sürdürdüler:) Muhakkak ki biz (evvelce olduğu gibi) yine göğe ulaşmak (ve onun halkının konuştuklarını dinlemek) istedik, ama onu kuvvetli bekçiler (olan melekler)le ve (yıldızlardan kopup, aşağı doğru kaydığı görünen) parlak birtakım ateş parçalarıyla doldurulmuş bulduk (ve bu nedenle göklerden uzak tutulduk).
9﴿ Hâlbuki (daha önce) gerçekten biz (meleklerin gökte aralarında konuştukları gaybî haberleri) dinlemek için onun bir kısmında birtakım oturma yerlerinde otur(ma imkânı bul)uyorduk. Ama şimdi (âhir zaman nebîsi gönderildikten sonra içimizden) her kim (gök haberlerini) dinlemeye kalkışırsa, (orada) kendisi(ni yakıp helâk etmek) için gözeti(p bekleyi)ci olan parlak bir ateş parçası bulur.
10﴿ Ayrıca gerçekten biz bilmiyoruz ki, (gök tabakaları cinlerden ve şeytanlardan korunarak) yerde olan kimselere bir şer mi murâd edilmiştir ya da Rableri onlara büyük bir hayrı mı murâd etmiştir?!
11﴿ Yine hakîkaten biz (cinler öyle bir toplumuz ki); içimizden (îmânlı ve takvâ sâhibi) sâlih kimseler de vardır. (Ey dinleyen!) İşte sana! Yine bizden, (salâh ve takvâda kemâle ulaşamayıp) bunun aşağısında (olanlar) da vardır. Biz (öteden beri) parça parça olan birtakım (farklı) yollar(a; dinlere ve mezheplere sâhip varlıklar) olmuştuk.
12﴿ Bir de muhakkak biz şunu yakînen bilmişizdir ki; biz Allâh’ı aslâ (gökte de) yerde (de yapmasını istediği herhangi bir şeyi engelleyerek) âciz bırakamayız ve (yerden göğe) kaç(an kimseler ol)makla (bile) O’nu aslâ âciz bırakamayız.
13﴿ Yine şüphesiz biz o hidâyeti(n ta kendisi olan Kur’ân-ı Kerîm’i) işittiğimiz anda ona îmân ettik. İşte kim (bizim gibi) Rabbine îmân ederse, artık o kişi (sevâbında) bir noksanlık yapılmasından korkmaz, (kendisine) bir (zillet ve) alçaklık (isâbet edip onu) kuşatmasından da (korkan biri) olmaz.
سُورَةُ الْجِنِّ
الجزء ٢٩
٥٧١
سُورَةُالْجِنِّ
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
قُلْ اُو۫حِيَ اِلَيَّ اَنَّهُ اسْتَمَعَ نَفَرٌ مِنَ الْجِنِّ فَقَالُٓوا اِنَّا سَمِعْنَا قُرْاٰنًا عَجَبًاۙ ﴿١
يَهْد۪ٓي اِلَى الرُّشْدِ فَاٰمَنَّا بِه۪ۜ وَلَنْ نُشْرِكَ بِرَبِّنَٓا اَحَدًاۙ ﴿٢
وَاَنَّهُ تَعَالٰى جَدُّ رَبِّنَا مَا اتَّخَذَ صَاحِبَةً وَلَا وَلَدًاۙ ﴿٣
وَاَنَّهُ كَانَ يَقُولُ سَف۪يهُنَا عَلَى اللّٰهِ شَطَطًاۙ ﴿٤
وَاَنَّا ظَنَنَّٓا اَنْ لَنْ تَقُولَ الْاِنْسُ وَالْجِنُّ عَلَى اللّٰهِ كَذِبًاۙ ﴿٥
وَاَنَّهُ كَانَ رِجَالٌ مِنَ الْاِنْسِ يَعُوذُونَ بِرِجَالٍ مِنَ الْجِنِّ فَزَادُوهُمْ رَهَقًاۙ ﴿٦
وَاَنَّهُمْ ظَنُّوا كَمَا ظَنَنْتُمْ اَنْ لَنْ يَبْعَثَ اللّٰهُ اَحَدًاۙ ﴿٧
وَاَنَّا لَمَسْنَا السَّمَٓاءَ فَوَجَدْنَاهَا مُلِئَتْ حَرَسًا شَد۪يدًا وَشُهُبًاۙ ﴿٨
وَاَنَّا كُنَّا نَقْعُدُ مِنْهَا مَقَاعِدَ لِلسَّمْعِۜ فَمَنْ يَسْتَمِعِ الْاٰنَ يَجِدْ لَهُ شِهَابًا رَصَدًاۙ ﴿٩
وَاَنَّا لَا نَدْر۪ٓي اَشَرٌّ اُر۪يدَ بِمَنْ فِي الْاَرْضِ اَمْ اَرَادَ بِهِمْ رَبُّهُمْ رَشَدًاۙ ﴿١٠
وَاَنَّا مِنَّا الصَّالِحُونَ وَمِنَّا دُونَ ذٰلِكَۜ كُنَّا طَرَٓائِقَ قِدَدًاۙ ﴿١١
وَاَنَّا ظَنَنَّٓا اَنْ لَنْ نُعْجِزَ اللّٰهَ فِي الْاَرْضِ وَلَنْ نُعْجِزَهُ هَرَبًاۙ ﴿١٢
وَاَنَّا لَمَّا سَمِعْنَا الْهُدٰٓى اٰمَنَّا بِه۪ۜ فَمَنْ يُؤْمِنْ بِرَبِّه۪ فَلَا يَخَافُ بَخْسًا وَلَا رَهَقًاۙ ﴿١٣
Cin Sûresi
571
Cuz 29
YETMİŞİKİNCİ SÛRE-İ CELİLE
el-Cin
SÛRE-İ CELîLESİ

Mekkî (Mekke-i Mükerreme döneminde inmiş)dir. 28 ayettir.
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle!
قُلْ اُو۫حِيَ اِلَيَّ اَنَّهُ اسْتَمَعَ نَفَرٌ مِنَ الْجِنِّ فَقَالُٓوا اِنَّا سَمِعْنَا قُرْاٰنًا عَجَبًاۙ ﴿١
1﴿ (Habîbim!) De ki: “Gerçekten bana o (önemli hakîkat) vahyolundu ki; cinlerden bir topluluk (Kur’ân’ı) dinledi(ler) ve dediler ki: ‘Gerçekten biz (insan sözüne hiç benzemeyen, nazmında ve mânâsında diğer kitaplardan tamâmen farklı olan) çok şaşılacak bir Kur’ân’ı(n âyetlerini) işittik.
يَهْد۪ٓي اِلَى الرُّشْدِ فَاٰمَنَّا بِه۪ۜ وَلَنْ نُشْرِكَ بِرَبِّنَٓا اَحَدًاۙ ﴿٢
2﴿ O (Kitâb’ı dinledik ki), doğru olan (tevhîde ve îmân)a ulaştırmaktadır. Biz (de) hemen o (Kur’â)na îmân ettik. (Bundan böyle) Rabbimize hiçbir kimseyi de aslâ ortak koşmayacağız.
وَاَنَّهُ تَعَالٰى جَدُّ رَبِّنَا مَا اتَّخَذَ صَاحِبَةً وَلَا وَلَدًاۙ ﴿٣
3﴿ Bir de şüphesiz o (önem verilmesi gereken hakîkat) şudur ki; Rabbimizin azameti (ve büyüklüğü) dâimâ çok yüce olmuştur. O (Allâh) bir eş edinmemiştir, bir çocuğu da (evlât edinir) olmamıştır.
وَاَنَّهُ كَانَ يَقُولُ سَف۪يهُنَا عَلَى اللّٰهِ شَطَطًاۙ ﴿٤
4﴿ Yine muhakkak o (önem verilmesi gereken husus) şudur ki; bizim câhilimiz (olan İblîs ve ona uyan azgın cinler) Allâh’a karşı (gelip Kendisine eş ve çocuk isnâd ederek O’nun hakkında) haddi aşan bir söz söyler olmuştu.
وَاَنَّا ظَنَنَّٓا اَنْ لَنْ تَقُولَ الْاِنْسُ وَالْجِنُّ عَلَى اللّٰهِ كَذِبًاۙ ﴿٥
5﴿ (Cinler sözlerini şöyle bitirdiler:) Bir de şüphesiz ki biz insanlar ve cinler Allâh’a karşı aslâ yalan bir şey söyleyemez diye zannetmiştik (işte onun için bu zamâna kadar İblîs’e uymuştuk. Ama şimdi Kur’ân bize onların yalanını-yanlışını açıklayınca İblîs’i terk edip âhir zaman peygamberine îmân ettik).’
وَاَنَّهُ كَانَ رِجَالٌ مِنَ الْاِنْسِ يَعُوذُونَ بِرِجَالٍ مِنَ الْجِنِّ فَزَادُوهُمْ رَهَقًاۙ ﴿٦
6﴿ (Habîbim! Bundan sonra onlara de ki: “Ey Mekke müşrikleri! Yine bana şöyle vahyolundu:) Şüphesiz o (önem verilmesi gereken bir hakîkat de) şudur ki; insanlardan birtakım erkekler cinlerden birtakım erkeklere sürekli sığınır olmuştular da, böylece bu (şekilde cinlere sığına)nlar kibir ve azgınlık bakımından onları artırmıştılar. Rivâyete göre; câhiliyet devrinde Araplardan biri yolculuğu esnâsında ıssız, sessiz ve korkunç bir arâzide gecelemek zorunda kalınca orada bulunan cinlerin büyüğünü kastederek: “Kavminin beyinsizlerinin şerrinden, bu vâdînin efendisine sığınırım” derdi ve böylece sabaha kadar güvenlik içerisinde yatardı. İşte bu sığınma, cinlerin reislerinin kibirlerini artırdığı için o kendisine sığınılan cinler: “Cinlerin de, insanların da efendisi biziz” derlerdi. (el-Beyzâvî; en-Nesefî; el-Hâzin) Bu ve bir sonraki âyet-i kerîme cinlerin sözleri arasına mu‘teriza olarak girmiş olup Allâh-u Te‘âlâ’nın, kendisine vahyolunduğunu söylemesini Habîbine emrettiği kelâmındandır. (ed-Dürru’l-masûn)
وَاَنَّهُمْ ظَنُّوا كَمَا ظَنَنْتُمْ اَنْ لَنْ يَبْعَثَ اللّٰهُ اَحَدًاۙ ﴿٧
7﴿ (Habîbim! Yine onlara de ki: “Ey Mekke müşrikleri! Yine bana şöyle vahyolundu ki:) “Gerçekten o (cinlerden müşrik ola)nlar da sizin zannettiğiniz gibi, Allâh hiçbir kimseyi (ölümünün ardından) aslâ diriltmeyecek diye zannetmiştiler. (Ama evvelce müşrik olan cinler şimdi Kur’ân’ı dinleyerek peygamberi ve dirilmeyi kabûl ettiler. Artık siz de âyetleri dinleyince îmân etmeyi düşünmüyor musunuz?!)
وَاَنَّا لَمَسْنَا السَّمَٓاءَ فَوَجَدْنَاهَا مُلِئَتْ حَرَسًا شَد۪يدًا وَشُهُبًاۙ ﴿٨
8﴿ (Cinler aralarındaki konuşmayı şöyle sürdürdüler:) Muhakkak ki biz (evvelce olduğu gibi) yine göğe ulaşmak (ve onun halkının konuştuklarını dinlemek) istedik, ama onu kuvvetli bekçiler (olan melekler)le ve (yıldızlardan kopup, aşağı doğru kaydığı görünen) parlak birtakım ateş parçalarıyla doldurulmuş bulduk (ve bu nedenle göklerden uzak tutulduk).
وَاَنَّا كُنَّا نَقْعُدُ مِنْهَا مَقَاعِدَ لِلسَّمْعِۜ فَمَنْ يَسْتَمِعِ الْاٰنَ يَجِدْ لَهُ شِهَابًا رَصَدًاۙ ﴿٩
9﴿ Hâlbuki (daha önce) gerçekten biz (meleklerin gökte aralarında konuştukları gaybî haberleri) dinlemek için onun bir kısmında birtakım oturma yerlerinde otur(ma imkânı bul)uyorduk. Ama şimdi (âhir zaman nebîsi gönderildikten sonra içimizden) her kim (gök haberlerini) dinlemeye kalkışırsa, (orada) kendisi(ni yakıp helâk etmek) için gözeti(p bekleyi)ci olan parlak bir ateş parçası bulur.
وَاَنَّا لَا نَدْر۪ٓي اَشَرٌّ اُر۪يدَ بِمَنْ فِي الْاَرْضِ اَمْ اَرَادَ بِهِمْ رَبُّهُمْ رَشَدًاۙ ﴿١٠
10﴿ Ayrıca gerçekten biz bilmiyoruz ki, (gök tabakaları cinlerden ve şeytanlardan korunarak) yerde olan kimselere bir şer mi murâd edilmiştir ya da Rableri onlara büyük bir hayrı mı murâd etmiştir?!
وَاَنَّا مِنَّا الصَّالِحُونَ وَمِنَّا دُونَ ذٰلِكَۜ كُنَّا طَرَٓائِقَ قِدَدًاۙ ﴿١١
11﴿ Yine hakîkaten biz (cinler öyle bir toplumuz ki); içimizden (îmânlı ve takvâ sâhibi) sâlih kimseler de vardır. (Ey dinleyen!) İşte sana! Yine bizden, (salâh ve takvâda kemâle ulaşamayıp) bunun aşağısında (olanlar) da vardır. Biz (öteden beri) parça parça olan birtakım (farklı) yollar(a; dinlere ve mezheplere sâhip varlıklar) olmuştuk.
وَاَنَّا ظَنَنَّٓا اَنْ لَنْ نُعْجِزَ اللّٰهَ فِي الْاَرْضِ وَلَنْ نُعْجِزَهُ هَرَبًاۙ ﴿١٢
12﴿ Bir de muhakkak biz şunu yakînen bilmişizdir ki; biz Allâh’ı aslâ (gökte de) yerde (de yapmasını istediği herhangi bir şeyi engelleyerek) âciz bırakamayız ve (yerden göğe) kaç(an kimseler ol)makla (bile) O’nu aslâ âciz bırakamayız.
وَاَنَّا لَمَّا سَمِعْنَا الْهُدٰٓى اٰمَنَّا بِه۪ۜ فَمَنْ يُؤْمِنْ بِرَبِّه۪ فَلَا يَخَافُ بَخْسًا وَلَا رَهَقًاۙ ﴿١٣
13﴿ Yine şüphesiz biz o hidâyeti(n ta kendisi olan Kur’ân-ı Kerîm’i) işittiğimiz anda ona îmân ettik. İşte kim (bizim gibi) Rabbine îmân ederse, artık o kişi (sevâbında) bir noksanlık yapılmasından korkmaz, (kendisine) bir (zillet ve) alçaklık (isâbet edip onu) kuşatmasından da (korkan biri) olmaz.